İspat Yükü (TMK madde 6 – Adagio TMK Şerhi)
Yazı İçeriği
TMK Madde 6 – İspat Yükü
4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun ispat kuralları başlığı altında düzenlenen 6. maddesi – “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür.”
Kanun koyucu işbu madde ile ispat yükünü/ ispat külfetini genel hatlarıyla hüküm altına almıştır. Buna göre, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguyu ispat etmekle yükümlüdür. Esasen, hukukumuzda ispat yükü amiyane tabiri ile bir saatli bomba olup, görülen davada bu bombayı elinde tutan ve ispat yükünü karşıya aktaracak adımları atamayan tarafın elinde patlamakta yani, ispat yükünü yerine getiremeyen taraf davacı ise davası reddolunmakta, davalı ise davası aleyhine kabul olunmaktadır.
Şüphesiz ki, her davanın kaderini belirleyen ve bu kadar önem arz eden ispat yükü, yalnızca 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 6. maddesi ile düzenlenmemiştir. HMK m.187 vd. hükümlerinde ispata ilişkin detaylı düzenlemeler bulunmakla birlikte, her somut olayın özüne göre TMK, TBK, TTK, İK, İİK gibi kanunlarda da ispata ilişkin kurallar mevcuttur. Bu sebepledir ki, TMK m.6 değerlendirilirken ispat yüküne ilişkin genel bir şablon gözü ile bakılmalı ve somut olayın özelliğine göre ilgili mevzuat, içtihat ve doktrin görüşleri değerlendirilerek ispat yükü belirlenmelidir.
Madde lafzına göre ispat yükü; bir olgunun varlığına veya yokluğuna dayalı olarak bir hak talebinde bulunan kişidedir. Uygulamada çoğu zaman ispat yükünün davacıda olduğu söylenebilir. Zira, davalarda genellikle davacı yan, bir alacağı olduğu, sözleşmenin yerine getirilmediği, davalının edimlerini sözleşmeye aykırı olarak yerine getirdiği, maddi/ manevi/ itibari haklarının ihlal edildiği gibi iddialarla dava ikame edilmekte olduğundan, TMK m.6 hükmü dolayısıyla ispat yükünün davacıda olduğu düşünülebilir.
Ancak, ispat yükünün kimde olduğu meselesi her somut olayın özelliğine göre değerlendirilmelidir. Mesela, borcu olmadığı iddiasıyla menfi tespit davası ikame eden davacının durumunda, menfi tespite konu borcu inkâr etmiş ise ispat yükü davalıda olacaktır. Yeri gelmişken değinmekte fayda vardır ki, taraflar açısından ispat yükü sabit ve belirli de değildir. Nitekim menfi tespit davasında olduğu gibi ispat yükünün davalı yanda olduğunu ve borcun olduğunu ispat etmesi gerekiyor diyebiliyor isek de esasında, menfi tespit davasında davalı, borç ilişkisini ispat etmekle ispat yükünden kurtulmakta ve ispat yükü davacıya geçmektedir. Bu halde de, ispat yükü tekrar kendisine geçen davacı artık borç ilişkisinin inkârı ile davadan lehine sonuç alamayacak ve fakat borç ilişkisinin aslında olmadığını veya borç ilişkisinden doğan borcun ödendiğini/ itfa edildiğini ispatı gerekecektir.
Görüldüğü üzere ispat yükünün sabit bir tarafa/ davacıya ait olduğundan söz etmek mümkün değildir. Yukarıdaki teorik anlatımı somutlaştırmak gerekirse;
Alacaklı A, 100.000,00 TL alacağı olduğu iddiası ile Borçlu B’ye karşı icra takibi başlatmış ve borcun kendisine ödenmesini istemiştir. B ise borcu olmadığı iddiası ile A’ya karşı menfi tespit davası ikame etmiştir. Bu durumda ispat yükü başlangıçta davalı A’dadır. Davalı A da kendisine karşı B’nin borç ilişkisini inkâr ederek böyle bir davanın ikame edildiğini görmüştür. Davalı A savunmasında borç ilişkisinin varlığı gösterir sözleşmeyi mahkemeye sunmuş ve borç ilişkisinin varlığını ispat etmiştir. Bu durumda da ispat yükü yer değiştirecek ve Davacı B’ye geçecektir. Öte yandan, ispat yükü kendisine geçen Davacı B, Davalı A’nın borç ilişkisinin varlığına ilişkin ispatını çürütebilirse veya borcu ödediği, takasla borcun sona erdiği, borç ilişkisinin niteliğinin farklı olduğu gibi yeni bir vakıa öne sürerek bunu ispat kurallarına uygun olarak ispat edebilirse ispat yükünü yerine getirmiş olacak ve ispat yükü tekrardan yer değiştirerek Davalı A’ya geçecektir.
Görüleceği üzere ispat yükü, yargılama boyunca tarafları ilgilendirmekte, ispat yükü üzerinde olup da bu ispat yükünü ispat kurallarına uygun olarak yerine getiremeyen tarafın basit anlatımla davasının aleyhine sonuçlanmasına neden olmaktadır.
“Bu hüküm, her iki tarafın da her hususu ispatla yükümlü olduğu anlamında yorumlanmamaktadır. Bir kere, bir hakkın (veya hukukî ilişkinin) varlığını iddia eden kimse (çoğu zaman, dâvacı) bu hakkın doğumu için gerekli olumlu veya olumsuz şartların hepsini ve hakkın sona ermediğini ispatla yükümlü değildir. Bir hakkın doğumunu ortaya koyan ve bunu normal gösteren olguları (rechtserzeugende Tatsachen; faits generateurs) hakkı ileri süren taraf (dâvacı) ispat etmelidir. Buna karşılık, bu şartların varlığına rağmen normal olarak doğması gereken hakkın doğumunu engelleyen olguları (rechtshemmende Tatsachen, faits dirimants) veya hakkı sona erdiren olguları (rechtsvernichtende Tatsachen, faits destructeur) dâvalı ispatla yükümlüdür.” (Oğuzman/ Barlas, Medenî Hukuk, b.27, s.310)
Sözün özü, ispat yükünün kime ait olacağı belirlenirken her somut olayın özelliğine göre ispat yükü meselesi irdelenmeli, TMK m.6 hükmü yanında ispat yüküne ilişkin 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu m.187 vd. hükümleri, TBK, TTK, İK, İİK’da gibi mevzuatta yer alan ispata ilişkin kurallar da dikkate alınmalı ve nihayet doktrin ve uygulamaya, Yargıtay kararlarında ispata ilişkin kabullere bakılmalıdır. Zira ispat yükü meselesi, gerçekten de uygulamada farklılıklar gösteren, farklı kabullerin bulunduğu ve hatta uygulamanın da zaman içerisinde değiştiği, bağlantılı bileşik ikrarın bölünmesi meselesinde olduğu gibi ispat yüküne ilişkin Yargıtay kararlarının son kertede istikrarsız olduğu hukukumuza yansıyan manzaralardır.
TMK m.6 – İspat Yükü – İçtihatlar
Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin 2016/18103 E. 2019/8537 K. ve 19.09.2019 Tarihli kararına göre: “Davacının davalıya 120.000,00 TL ödeme yaptığı taraf beyanları, sözleşme ve banka kayıtları ile sabit olup, taraflar arasındaki uyuşmazlık davalının davacıya bu bedeli iade edip etmediği hususundadır. Bu durumda ispat yükü davalıdadır. Ancak davalı aralarındaki yazılı belgeye dayanarak bu alacağa dair davacıya senet verilmiş olduğunu ispatladığından, davacının alacağı bulunsa idi bunu senetle tahsil edebileceği için borcun ödenmiş olup, senedin geri alındığı bir karinedir. Bu karinenin aksi kesin delillerle ispat edilmelidir. Dolayısıyla ispat yükü davacıya geçmiştir. Davacı senet verilmediğini iddia etmişse de bunu yasal delillerle ispatlamak zorundadır. Diğer bir deyişle ispat yükü davacı taraftadır. Mahkemece, ispat yükü üzerinde olan davacının delilleri değerlendirildikten sonra bir karar verilmesi gerekirken, ispat yükü ters çevrilerek davanın kısmen kabulüne karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir.”
Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin 2011/8851 E. 2011/13128 K. ve 19.09.2011 Tarihli kararına göre: “Mahkemece, taraflar arasında ev alım satımından doğan ihtilafta; alacağın kalan kısmının ödendiğinin ispat külfetinin davalı da olduğunun kabulü ile belge ibraz edemeyen davalının ödeme savunmasını ispatlayamadığı gibi davacı tarafın alacağını tahsil etmediğine dair yemini eda ettiği gerekçesi ile yapılan yargılama sonucuna göre davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Kural olarak iki taraftan her biri iddiasını ispata mecburdur (TMK.6). Yine, kural olarak ispat yükü davacıdadır. Somut olayda, taraflar arasında ev alım satımı hususunda sözleşme ilişkisi bulunduğu hususu ihtilafsızdır. Ancak, davacı satım bedelinden 1 500,00 TL. ve mazot bedeli olarak ta 50,00 TL alacaklı olduğunu iddia etmektedir. Davalı ise 8 000,00 TL elden para vererek ve 10.10.2009 vadeli ve 6 000,00 TL bedelli senet bedelini de gününde ödeyerek borcu kalmadığını ileri sürmekte olup bu savunmasını ispata yarayan imza kısmı yırtılmış senedi mahkemeye ibraz etmektedir. Davacı taraf da ibraz edilen senedin doğru olduğunu, senet bedelini davalıdan tahsili ettiğini beyan etmiştir. Bu durumda davacı tarafın senet bedeli dışında alacağının bulunduğunu ispat etmesi gerekir. O halde, ispat yükü kendisinde bulunan tarafın eda ettiği yemin sonuç doğurmayacaktır. Mahkemece, ispat yükü ters çevrilerek yazılı olduğu şekilde davanın kısmen kabulüne karar verilmesi doğru görülmemiştir.”
Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin 2012/9667 E. 2012/13294 K. ve 24.05.2012 Tarihli kararına göre: “Dava; itirazın iptali davası olup; 1.700,00 TL’lik takibin dayanağı 11.05.2010 tarihli arı kovanı satışından doğan alacaktan kaynaklanmaktadır. TMK’nun 6. maddesine göre; herkes iddiasını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür. Buna göre ispat yükümlülüğü önce davacıdadır. Davacı hakkın varlığını ve miktarını yasal delillerle ispat etmeden, davalıya savunmasını ispat külfeti yüklenemez. Davalı, davacı ile arasında 11.05.2010 tarihinde yapılmış bir satım sözleşmesi olduğunu gerek borca itirazında gerekse mahkemedeki cevabında kabul etmemektedir. 2006 yılında bir alışverişin söz konusu olduğunu ancak bu alışverişten de herhangi bir borcunun kalmadığını savunmuştur. Mahkemece, davacıya alacağın varlığına ilişkin delilleri, davalının da karşı delilleri sorularak hasıl olacak sonuca uygun bir karar verilmesi gerekir. Mahkemece, ispat yükü ters çevrilerek ve davanın itirazın iptali davası olduğu gözardı edilerek alacağın tahsili yönünde yazılı olduğu şekilde davanın kabulüne karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.”
Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 2016/8788 E. 2019/2286 K. ve 01.04.2019 Tarihli kararına göre: “6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun(HMK) 190. Maddesinde, “İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir.”; 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun(TMK) 6. maddesinde, “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür.” şeklinde yer alan hükümlerle, açılmış bir davada ispat yükünün kural olarak davacıya yüklendiği tartışmasızdır. Somut olaya gelince, dinlenen davacı tanıkları temlikin mal kaçırma amacıyla yapıldığı yönünde beyanda bulunmamışlardır. Kayıtlar üzerinde yapılan incelemede davalının 13.08.1986 tarihinde bir taşınmazını sattığı anlaşılmaktadır. Dolayısıyla davalının savunması kayden doğrulandığı gibi, davalı tanıkları da işlemin gerçek satış olduğunu bildirmişlerdir. Tüm bu açıklamalar karşısında temlikin muvazaalı olduğu kanıtlanmış değildir. Hal böyle olunca, davanın reddine karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmesi doğru değildir.”
Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 2017/1520 E. 2019/1418 K. ve 19.12.2019 Tarihli kararına göre: “Az yukarıda açıklandığı gibi, 4721 sayılı TMK’nın 6. maddesi uyarınca kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça taraflardan her biri hakkını dayandırdığı olguların varlığını kanıtlamakla yükümlüdür. İspat yükü hayatın olağan akışına aykırı durumu iddia eden ya da savunmada bulunan kimseye düşer. Diğer bir ifade ile, ileri sürdüğü bir olaydan kendi yararına haklar çıkarmak isteyen kimsenin iddia ettiği olayı kanıtlaması gerekir. Açıklanan bu maddi hukuk kuralları, somut olay ortaya konularak değerlendirildiğinde; tarafların yaklaşık 30 yıldır evli oldukları eldeki davada, 4721 sayılı TMK’nın 6. ve 6100 sayılı HMK’nın 190. maddelerinde belirtilen ilkeler gereğince ziynet eşyasının davalı tarafça alındığını, iş yerindeki kasaya konularak iade edilmediğini ve evin iaşesi için de kullanılmadığını ispatlayacak kişinin davacı taraf olduğu kuşkusuzdur. Zira, davalı belirtilen ziynet eşyasını hiç almadığını, bu eşyaların davacı tarafta olduğunu savunmuştur. Davacı taraf tanık beyanlarına dayanmış, tanıklardan tarafların müşterek çocuğu…, ilkokula giderken davalının altınları davacıdan alarak iş yerindeki kasaya koyduğunu ve bu altınları kasada gördüğünü beyan etmiş; diğer davacı tanığı olan davacının kardeşi … ise, davacının kendisine yaklaşık 4-4.5 yıl önce davalının altınları sattığını ancak parasını kendisine vermediğini söylediğini bildirmiştir. Dinlenen tanık beyanlarına dayanılarak davacının davasını ispat ettiğinden söz edilemeyeceği gibi hayatın olağan akışına göre de olağan olanın bu çeşit eşyanın kadının üzerinde olması ya da evde saklanması suretiyle muhafaza edilmesidir. Hâl böyle olunca, yerel mahkemece davanın davacı tarafça ispatlanamadığına ilişkin verilen direnme kararı usul ve yasaya uygun olup, yerindedir.”
Yargıtay 3 Hukuk Dairesinin 2014/17779 E. 2015/10101 K. ve 02.06.2015 Tarihli kararına göre: “TMK 6.maddesi hükmü uyarınca; kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan herbiri hakkını dayandırdığı olguların varlığını kanıtlamakla yükümlüdür. Gerek doktrinde; gerek Yargıtay içtihatlarında kabul edildiği üzere, ispat yükü hayatın olağan akışına aykırı durumu iddia eden ya da savunmada bulunan kimseye düşer. Öte yandan ileri sürdüğü bir olaydan kendi yararına haklar çıkarmak isteyen kimsenin, iddia ettiği olayı kanıtlaması gerekir. Davacı kadın dava konusu edilen ziynet eşyalarının davalıda kaldığını ileri sürmüş, davalı koca ise onun tarafından götürüldüğünü savunmuştur. Hayat deneyimlerine göre olağan olanın bu çeşit eşyanın kadının üzerinde olması ya da evde saklanması, muhafaza edilmesidir. Başka bir anlatımla bunların davalı tarafın zilyedlik ve korumasına terk edilmesi olağan durumla bağdaşmaz. Diğer taraftan ziynet eşyası rahatlıkla saklanabilen, taşınabilen, götürülebilen türden eşyalardandır. Bu nedenle evden ayrılmayı tasarlayan kadının bunları önceden götürmesi, gizlemesi her zaman mümkün olduğu gibi evden ayrılırken üzerinde götürmesi de mümkündür. Bunun sonucu olarak normal koşullarda ziynet eşyalarının kadının üzerinde olduğunun kabulü gerekir. Davacı, dava konusu ziynet eşyasının varlığını, evi terk ederken bunların zorla elinden alındığını ve götürülmesine engel olunduğunu, evde kaldığını ispat yükü altındadır. Bununla birlikte, kural olarak evlilik sırasında kadına takılan ziynet eşyaları kim tarafından alınmış olursa olsun kadına bağışlanmış sayılır. Dava konusu kadına ait altınlar koca tarafından bozdurulup değişik amaçlarla kullanılmış olabilir. Çeşitli sebeplerle (evin ihtiyaçları, düğün borçları, balayı vs) koca tarafından bozdurulan bu altınların karşılığının hibe edilmediği müddetçe kadına iadesi zorunludur. Davalı koca tarafından dava konusu ziynet eşyalarının herhangi bir sebep ile bozdurulduğunun iddia edilmesi halinde, bu defa ispat yükü yer değiştirir ve davalı koca ziynet eşyalarının bir daha iade edilmemek üzere kendisine verildiğini eş söyleyiş ile kendisine bağışlandığını, davacının isteği ve onayı ile ziynet eşyalarının bozdurulup harcandığını kanıtlanması halinde, ancak bu ziynet eşyalarını iadeden kurtulur. Somut olayda, davacı kadın düğünde kendisine takılan ziynet eşyalarının davalı tarafta kaldığını iddia etmiş, bun karşın davalı koca ise ziynet eşyalarının bir kısmının düğün masrafları, bir kısmının ise mobilya masrafları için bozdurulduğunu ve harcandığını belirtmiştir. Bu durumda ispat külfeti yer değiştirmiştir. Gerçekleşen bu durum karşısında ispat yükü kendisine geçen davalı koca, davacı kadının bu altınları bir daha iade edilmemek üzere davacının kendi rızası ile verdiğini ispatlayamamıştır. Bu durumda mahkemece; dosyada mevcut tüm deliller ve bu suretle tarafların bilirkişi raporlarına itirazları da gözönüne alınarak, yukarıda açıklanan ilkeler doğrultusunda değerlendirme yapılarak sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiştir.”
Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin 2017/12304 E. 2018/12169 K. ve 29.11.2018 Tarihli kararına göre: “Dava; icra takibi nedeniyle menfi tespit istemine ilişkindir. 4721 sayılı TMK’nın 6. maddesi uyarınca kural olarak bir vakıadan kendi lehine haklar çıkaran; iddia eden taraf, o vakıayı ispat etmeye mecburdur. İspat yüküne ilişkin bu genel kural, menfi tespit davaları için de geçerlidir. Menfi tespit davalarında da, tarafların sıfatları değişik olmakla beraber, ispat yükü bakımından bir değişiklik olmayıp, bu genel kural uygulanır. Bu davalarda da bir vakıadan kendi lehine haklar çıkaran taraf o vakıayı ispat etmelidir. Menfi tespit davasında borçlu, ya borçlanma iradesinin bulunmadığını ya da borçlanma iradesi bulunmakla birlikte daha sonra ödeme gibi bir nedenle düştüğünü ileri sürebilir. Borçlu borcun varlığını inkar ediyorsa, bu durumda ispat yükü davalı durumunda olmasına karşın alacaklıya düşer. Görülmektedir ki, menfi tespit davasında kural olarak, hukuki ilişkinin varlığını ispat yükü davalı alacaklıdadır ve alacaklı hukuki ilişkinin varlığını kanıtlamak durumundadır. (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 18/02/2015 tarih, 2013/19-1362 E-2015/826 K. sayılı, 20/04/2016 tarih, 2014/13-856 E-2016/523 K.) Dosyanın incelenmesinde; davalı tarafça 21.616,75 TL toplam alacak yönünden icra takibi başlatıldığı, takip dayanağının belirtilmediği, yargılama sırasında takip konusu alacağın, taraflar arasındaki tutanak ve ödeme dekontlarına ilişkin olduğunun beyan edildiği, davacı vekili tarafından tutanağın içeriğine itiraz edildiği görülmekle ispat yükünün davalıda olduğu anlaşılmaktadır. O halde; mahkemece; dava konusu icra takibine yönelik alacağa ilişkin ispat yükünün davalıda olduğu dikkate alınarak inceleme yapılarak oluşacak sonuca göre karar verilmesi gerekirken; yazılı şekilde hüküm tesisi doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir.”
TMK Madde 6 Gerekçesi
Yürürlükteki Kanunun 6 ıncı maddesini karşılamaktadır. Madde 1984 tarihli Öntasarının 6 ıncı maddesinden kısmen değiştirilerek alınmış, konu ve kenar başlıkları günümüz diline uyarlanarak aynen korunmuştur.
Mülga 743 sayılı Türk Kanunu Medenisi 6. Maddesi
Beyyine – Beyyine Külfeti – madde 6 – Kanun, hilafını emretmedikçe iki taraftan (tarafeyn) her biri müddeasını ispata mecburdur.
TMK Madde 6’ya Karşılık Mehaz İsviçre ZGB Hükmü
Beweisregeln I. Beweislast Art. 8 Wo das Gesetz es nicht anders bestimmt, hat derjenige das Vorhandensein einer behaupteten Tatsache zu beweisen, der aus ihr Rechte ableitet.
Av. Efehan Mihai Erginer
www.adagiohukuk.com adresinde ve sosyal medya hesaplarımızda yer alan bütün makale, yazı, içerik ve görsellerin telif hakkı Adagio Hukuk Bürosuna aittir. İşbu içeriklerin, mahkeme ve diğer kurumlara ibraz edilecek dilekçelerde kullanılması dışında yazılı izin olmaksızın kopyalanarak, özetlenerek veya sair şekillerde paylaşılması gibi her çeşit intihal durumunda gerekli hukuki ve cezai yollara başvurulacaktır.