Hukukun Uygulanması ve Kaynakları (TMK m.1 – Adagio TMK şerhi)

HUKUK UYGULANMASI VE KAYNAKLARI

4721 sayılı Türk Medeni Kanunu Madde 1 – “Kanun, sözüyle ve özüyle değindiği bütün konularda uygulanır. Kanunda uygulanabilir bir hüküm yoksa, hâkim, örf ve âdet hukukuna göre, bu da yoksa kendisi kanun koyucu olsaydı nasıl bir kural koyacak idiyse ona göre karar verir. Hâkim, karar verirken bilimsel görüşlerden ve yargı kararlarından yararlanır.

Kanun koyucu, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’n ilk maddesini hukukun uygulanması ve kaynaklarına ayırmıştır. Söz konusu madde ile kanun koyucunun üç ayrı düzenleme öngörmekte olup bunlardan ilki, kanunun sözüyle ve özüyle değindiği bütün konularda uygulanacağı düzenlemesidir.

TMK m.1/f-1

Esasen bu düzenlemede yer alan “Kanun” kelimesi ile anlatılmak istenen yalnızca 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu olmayıp her türlü yazılı mevzuattır. Bu minvalde, TMK m.1 anlamında “kanun”, Türk Borçlar Kanunu veya başka bir kanun olabileceği gibi Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi, Yönetmelik ve hatta yürürlükte kalmaya devam eden Tüzük ve Kanun Hükmünde Kararnameler olabilmektedir.

Öte yandan aynı cümlenin devamında pek yararlı ve değerli bulduğumuz diğer bir ifade de kanunun “sözüyle ve özüyle” uygulanacağı düzenlemesidir. Esasen, bu düzenleme ile sağlanmak istenen yargı mensuplarının ve bilhassa hâkimlerin, hukuk kurallarını uygularken keyfi davranmalarının önüne geçilmesi, hukuk kurallarının farklı şekillerde yorumlanarak hukuki belirsizlik ve öngörülemezlik ortamının önüne geçilmesidir.

Buna göre; kanunlar, keyfiyetten uzak, sözüyle (lafzı) ve özüyle (ruhu/ amacı) yorumlanır. Bu minvalde, kanunlar yorumlanırken öncelikle metnin lafzı kontrol edilecek, metinde kullanılan kelimelerin filolojik anlamları, cümlede kullanımları ve yeri, cümle yapısı, gramatik özellikleri irdelenecektir.

Akabinde ise, yorumlanan hukuk kuralının getiriliş amacı ve o hukuk kuralı ile kanun koyucunun almak istediği sonuç bulunacak yani bir başka ifade ile hukuk normu üzerinde gaî yorum yapılacaktır.

Gaî yorumda bulunulurken dikkat edilmesi gereken husus; hukuk kuralının salt, günün koşullarındaki konumu ve amacı gözetilmekle yetinilmeyerek kuralın ihdas edildiği dönemdeki kanun koyucunun esas iradesinin araştırılmasıdır. Bunun için söz konusu hukuk kuralının madde gerekçesine bakılmasında fayda vardır.

Ayrıca kanun koyucunun öngördüğü “sözüyle ve özüyle” ifadesi, yorumsal metodolojik sınıflandırmalarda yer almadığından birtakım sorunlar doğmaktadır. “sözü” kelimesi ile kastedilenin açıkça lafzı olduğu anlaşılmakta ise de “özü” kelimesi ile kastedilenin hangi yorum metotlarını kapsadığı konusunda açıklık bulunmamaktadır.

Bu sebepledir ki; kanunun özüne dair yapılacak yorumda genel olarak kanun koyucunun yasa getirme tekniği ile eldeki yasanın kendi sistematiği göz önünde bulundurulmalı, madde gerekçelerine bakılarak ve kanunun hazırlık çalışmaları görülerek kanun koyucunun kuralı getirme saiki tespit edilmeli, söz konusu hukuk kuralı münhasıran incelenerek getirilen hükmün amacı “ratio legisi bulunmalı ve nihai olarak da yazılı yasaları ayakta tutan şeyin değişim ve yeniliklere olan dirençsizlikleri olduğu bilinciyle yasanın günümüz şartlarına göre değerlendirilmesi gerekmektedir.

TMK m.1/f-2

Mezkûr madde ile getirilen ikinci düzenleme ise “Kanunda uygulanabilir bir hüküm yoksa, hâkim, örf ve âdet hukukuna göre, bu da yoksa kendisi kanun koyucu olsaydı nasıl bir kural koyacak idiyse ona göre karar verir.” şeklindedir.

Bu düzenleme ile anlatılmak istenen, somut olaya ilişkin olarak kanunda uygulanabilecek bir hükmün bulunmadığı hallerde, hâkimin örf ve âdet hukukuna göre önündeki uyuşmazlığı çözeceği, şayet ki bu da bulunmuyor ise artık, kendisini kanun koyucu yerine koyarak (modo legislatoris) hukuk yaratacağıdır.

Belirtmekte fayda vardır ki, bu düzenlenmede yalnızca hukukun uygulanması yönünden hangi kaynaklara başvurulacağı belirtilmekle yetinilmemiş, aynı zamanda hukukun uygulama kaynakları da kendi aralarında sıralanmıştır. Buna göre hâkim öncelikle kanunlara yani yukarıda değindiğimiz üzere yazılı kurallara bakarak uyuşmazlığı çözmeye çalışacaktır. Ancak, yazılı kural bulunamaması veya uygulanamaması hallerinde örf ve âdet hukukunun uygulanması mümkün olacaktır. Nitekim örf ve âdet hukukunun da yokluğunda ise hâkimin hukuku gündeme gelecektir. Bu halde de hâkimin keyfi hukuk yaratması söz konusu olmayıp, yukarıda bahsedilen yorum yöntemlerine dikkat ederek kanun koyucu nasıl bir hukuk yaratacak idiyse ona göre hukuk yaratmalıdır.

Bu hususta son olarak belirtmek gerekir ki; hâkimin yasa koyucunun yerine geçerek hukuk yaratması müessesinin somut olay özelinde değerlendirilmesi gerekmekte olup hâkimin yarattığı hukuku genel ve soyut bir hukuk kuralı olarak kabul edilip diğer uyuşmazlıklara uygulanması söz konusu değildir.

TMK m.1/f-3

Nihai olarak, TMK m.1/f-3 ile getirilen son düzenleme “Hâkim, karar verirken bilimsel görüşlerden ve yargı kararlarından yararlanır.” şeklindedir.

Esasen bilimsel görüş ve yargı kararları kural olarak bağlayıcı etkiyi haiz olmayıp yalnızca yardımcı kaynak statüsündedir. Buna göre, Hâkim TMK m.1/f-2 ile düzenlenen hukukun yürürlük kaynaklarını somut olaya uygularken uzman görüşü, bilirkişi raporu, bilimsel bulgu ve gerçekler gibi bilimsel kaynaklardan yararlanarak varacağı kanaatin temellerini güçlendirmeli, öte yandan bağlayıcı olmasa bile diğer mahkemelerce verilen içtihatları göz önünde bulundurarak hukuki belirsizliği ve öngörülemezliği arttıracak kararlar vermekten kaçınmalıdır.

YARGITAY KARARLARI

  • Kanunun konuluş amacına aykırı şekilde yorumlanması TMK m.1’e aykırıdır.

Yargıtay İçtihatı Birleştirme Genel Kurulunun 1996/1 E. 1997/1 K. ve 22.02.1997 Tarihli kararı: “Kanunun yorumu, kanun metninin anlamıdır ve ruhudur. Bu ruh, kanun kuralının izlediği gayeden çıkarılır. Buna, gai ( amaçsal ) yorum ve kanun kuralının amacına göre yorumu denilir. Bir kanun hükmünün, kanuna konuluş amacına aykırı bir sonuç doğuracak şekilde yorumlanması, hukuk ilkelerine ve kanunun hem sözü ile hem de özü ile uygulanmasını öngören Medeni Kanunun 1. maddesine uygun düşmez.

  • Yasa koyucunun öngörmediği bir anlam, madde metnine yorum yoluyla (dahil edilerek) yüklenemez.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 2005/70 E. 2005/101 K. ve 23.02.2005 Tarihli kararı: “Kesinleşmiş Mahkeme hükmü ile düzeltilmiş doğum kaydının yaş tashihine konu edilen ilk kayıtta yer alan doğum tarihindeki yanlışlığı tümüyle keenlemyekûn hâle getirdiği, diğer bir anlatımla (ilk kayıttaki yanlışlığı başlangıçtan itibaren silmek suretiyle) ortadan kaldırdığı ve yargı kararıyla düzeltilmiş şekliyle oluşturulan bu yeni kayıt’ın ise silinen “ilk kayıt’ın yerine (geçtiği) ikâme edildiği, yadsınamaz. Bu durumda yaş düzeltme kararıyla idarece düzenlenen ilk kayıt iptal edilmekle orta yerde, uygulamaya elverişli olarak, bir tek mahkemece düzeltilmiş kayıt kalmış olacağından artık farklı iki nüfus kaydının varlığından da söz edilemez. Aksine bir yaklaşımla, ilgili yasa maddesinde yer almadığı halde, mahkemelerce düzeltilen doğum tarihlerine değer atfedilemeyeceği, yaş tashihi kararlarının uygulamada nazara alınmayacağı gibi, yasa koyucunun öngörmediği bir anlam, madde metnine yorum yoluyla (dahil edilerek) yüklenemez.

  • Her hükmün lafzı ruhu ile kontrol edilmek gerekir

Yargıtay İçtihatları Birleştirme Kurulunun 1954/22 E. 1955/2 K. ve 09.03.1922 Tarihli kararı: “Medeni Kanunun (Mümeyyiz olmıyan şahsın tasarrufu hukuki bir hüküm ifade etmez. Kanunda muayyen istisnalar bakidir.) hükmünü ihtiva eden onbeşinci maddesini mutlak surette yani mümeyyiz olmıyanın yaptığı her hangi bir hareketin hukuken hiç bir netice doğuramıyacağı şeklinde tefsir etmek doğru olmaz. Çünki Medeni Kanunumuzun birinci maddesine göre kanunun tefsirinde lafzı kadar ruhu da esas teşkil eder. Her hükmün lafzı ruhu ile kontrol edilmek gerekir. Medeni Kanunun onbeşinci maddesindeki hükmün vazında asıl gaye ve maksadın Medeni hakları kullanmaktan gayri mümeyyizlik sebebiyle mahrum olan kimselerin korunması olduğu meydandadır (Zürich şerhi tercümesi -şahsın hukuku madde- Onsekiz No: Onüç) Şu halde bu kanun hükmünü, sevk gayesine münafi olarak, mümeyyiz olmıyanın aleyhine tefsir etmek, mesela, mümeyyiz olmıyan kimsenin alacağını temin etmek için yapılmış kefalet veya mümeyyiz olmıyan kimseye yapılan hibeyi muteber saymamak bu gayenin dışında kalan neticeler olacaktır. Bundan başka, mümeyyiz olmıyan kimsenin yaptığı bir iş akti, batıl sayıldığı takdirde iş veren, yalnız mamelekinde husule gelen zenginleşmeden dolayı bir miktar para verecek, mukavele edilen ücretle mülzem bulunmıyacaktır. Ayrıca bu kimseyi, -iş akti hükümsüz olduğundan- İşçi Sigortalarından ve işçiyi koruyan diğer kanun hükümlerinden istifade ettirmemek vaziyeti hasıl olacaktır. Keza mümeyyiz olmıyan bir kimsenin satın aldığı piyango biletine ikramiye isabet etse, satış hükümsüz olduğu için, ikramiyenin de kendisine ait olmaması neticesine varmak icabedecektir. Görülüyor ki, onbeşinci maddenin mümeyyiz olmayan kimse ile muamele yapmış olan tarafça, mümeyyiz olmıyan kimse aleyhine olarak dermeyan edilmesi, bu hükmün konması maksadına aykırı ve adil olmıyan neticeler doğurmaktadır.

  • Kanunun amacına aykırı olarak kanundaki söz ve deyimlerin lafza sıkı sıkıya bağlanarak uygulanması TMK m.1’e aykırıdır.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 2011/813 E. 2012/124 K. ve 07.03.2012 Tarihli kararı: “Bir Kanun hükmünün, Kanuna konuluş amacına aykırı sonuç doğuracak şekilde yorumlanması hukuk ilkelerine ve Kanunun hem sözü ve hem de özü ile uygulanmasını öngören T.M.K.nun 1. maddesine uygun olmaz ( 22.2.1997 gün ve 1/1 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı). Gerçekte de; somut olayda izlenildiği gibi Sosyal Güvenlik Kurumları arasında norm ve standart birliği bulunmamaktadır. Her ne kadar son dönemde Sosyal Güvenlik Kurumları arasındaki farklılıklar giderilmeye çalışılmış ise de, yalnızca aylıkların seviyesi bakımından değil, koruma kapsamına alınan tehlikeler ve hak kazanma şartları bakımından da farklılıklar olduğu belirgindir. Önemli olan, hangi kurum olursa olsun, aynı külfete katlanan insanların aynı haklara sahip olmasının sağlanması olup, bu husus geçerli bir çözüm yoludur. Esasen; Sosyal Güvenlik Kurumları’nın görevi Sosyal Sigorta Kanunları çerçevesinde kapsama aldıkları kişileri koruma garantisini sağlamaktır. Sigorta hukukunda amaç, yüksek standartta sosyal güvenlik sağlayan bir sistemin oluşturulmasıdır. Yine, Sosyal Sigortalar külfet-nimet dengesi üzerine kurulan kurumlardır. O nedenle, külfetin (çalışıp primleri ödemek) karşılığının alınmaması Sosyal Güvenlik Sisteminin amacıyla bağdaşmaz ve böyle bir uygulamada kabul edilemez. Buna, aksi bir yorum, sisteme duyulan güveni ortadan kaldırır… Sonuçta; Kanundaki söz ve deyimlerin lafza sıkı sıkıya bağlanarak, 2829 sayılı Kanundan yararlanabilmek için kişiyi tüm sosyal güvenlik kurumlarına tabi hizmet sürelerini birleştirmeye zorlamanın Sosyal Güvenlik sistemi ve Kanunun amacı ile bağdaşmadığı gerçeği karşısında, yerel mahkemenin “Bağ-Kur hizmetini birleştirmek istemeyen davacıya, iki kurumdaki hizmetleri toplamı ile yaşlılık aylığına hak kazanması nedeniyle son yedi yılda en fazla hizmetin geçtiği Sosyal Sigortalar Kurumu’nca aylık bağlanması gerektiği” gerekçesine dayalı direnme kararının Kanunun amacına ve sosyal güvenlik sistemine tamamen uygun olduğu kabul edilmiştir.

  • Dosyada muhtevi deliller bilimsel esaslara dayanılarak hazırlanan bilirkişi raporlarıyla denetlenmelidir.

Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 2021/4953 E. 2022/5710 K. ve 14.09.2022 Tarihli kararı: “Somut olayda; bozma kararına uyulmakla bu çerçevede araştırma ve inceleme yapılması gerekirken bozma gereklerinin yerine getirilmediği anlaşılmaktadır. Hükmüne uyulan bozma kararında çekişmeli taşınmaz bölümü üzerindeki zilyetlik durumunun belirlenmesi, tanık ve bilirkişi sözlerinin ilmi esaslara göre hazırlanmış ziraat mühendisi kurulu ve jeodezi ve fotogrametri mühendisi kurulundan oluşan uzman bilirkişilerin raporları ile denetlenmesi gereğine değinilmiş… …Tanık ve yerel bilirkişi ifadeleri bilimsel esaslara ve maddi bulgulara dayanılarak hazırlanan söz konusu bilirkişi raporlarıyla denetlenmeli ve bundan sonra iddia ve savunma çerçevesinde toplanan tüm deliller birlikte değerlendirilerek imar planının onay tarihinden önce davacı lehine zilyetlikle iktisap koşullarının gerçekleşip gerçekleşmediği tartışılmalı ve sonucuna göre bir karar verilmelidir. Mahkemece, bu hususlar göz ardı edilerek eksik incelemeyle yazılı şekilde hüküm kurulması isabetsiz olduğu gibi kabule göre de hüküm fıkrasında tesciline karar verilen taşınmaz bölümünün niteliğinin gösterilmemiş olması ve karar başlığında yargılama sırasında ölen …’ın davacı olarak gösterilmiş olması da isabetsizdir.

  • Kanunun sözü ile özü çelişmekte ise özüne uygun olarak değerlendirme yapılmalıdır.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 2015/1828 E. 2018/1093 K. ve 16.05.2018 Tarihli kararı: “Türk Medeni Kanunu’nun 1’inci maddesi uyarınca “Kanun, sözüyle ve özüyle değindiği bütün konularda uygulanır.” Bu hüküm gereğince kanunun sözünden çıkan anlam ile özünden çıkan anlam birbirine uygun değilse, bu durumda kanunun özüne uygun anlamın tespit edilmesi gerekir. Kanunun özüne uygun anlamın tespiti bakımından ise, onun amacının belirlenmesi şarttır.

  • İşçi haklarını korumaya yönelik “işçi lehine yorum ilkesi” iş kanunun amacı ile örtüşür.

 Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kurulunun 22.02.1997 gün ve 1996/1 E.1997/1 K. sayılı kararı: “Kanunun yorumu, kanun metninin anlamı ve ruhudur. Bu ruh, kanun kuralının izlediği gayeden çıkarılır. Buna gai (amaçsal) yorum ve kanun kuralının amacına göre yorumu denilir. Bir kanun hükmünün, kanunun konuluş amacına aykırı bir sonuç doğuracak şekilde yorumlanması, hukuk ilkelerine ve kanunun hem sözü ile hem de özü ile uygulanmasını öngören Türk Medeni Kanun’un 1.maddesine uygun düşmez.” şeklinde kanunun özüne (amacına) uygun yorumlanması gerektiği belirtilmiştir. Bu nedenle iş yasalarının yorumu gereği ortaya çıktığında da esas itibariyle amaca uygun yorum yöntemi uygulanmalıdır. Çünkü hukuk normları toplumsal yaşamın ihtiyaçlarını karşılamak amacı ile öngörülmüşlerdir. Hukuk, bu toplumsal amaca ulaşabilmek için kabul edilmiş bir araçtır. Hukukçunun görevi hukuk kurallarını toplumsal amaçlarına en uygun bir biçimde yorumlamak ve uygulamaktır. Bu itibarla, yorum yapılırken doğru sonuca ulaşılabilmesi için iş yasası kuralının toplumsal amacının (ratio legis) araştırılması gerekir. İş yasası hükmünün amacına (özüne) bakarak, hükmün lafzını (sözünü) genişleten veya daraltan, onu sınırlayan bir yorum yapılabilir (Süzek, S: İş Hukuku, Genişletilmiş 11. Baskı, İstanbul 2015, s. 23, 24). İş mevzuatı kurallarının bir çoğu ekonomik bakımdan güçlü olan işverene karşı geçimini emeği ile sağlayan zayıf durumdaki işçiyi koruma amacı ile konulmuşlardır. Bu tür kuralların yorumunda başvurulan “işçi lehine yorum” yöntemi, amaçsal yorum ile örtüşür. Başka bir anlatımla “işçi lehine yorum”, “amaçsal yorumun” iş hukukunda işçiyi korumak için konulan kurallar yorumlanırken büründüğü biçimdir.”

  • Sözleşmelerde yazılmamış sayılma nedeniyle doğan boşluğa sırasıyla yedek hukuk, yedek hukuk kuralı yok ise örf ve âdet hukuku ve nihayet bu da yoksa hakimin yarattığı hukuk uygulanır.

Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 2018/2469 E. 2018/4896 K. ve 27.06.2018 Tarihli kararı: “Genel işlem koşulu nedeniyle yazılmamış veya kesin hükümsüz sayılan sözleşme hükmünün, sözleşmenin uygulanmasında boşluk doğurması halinde, ortaya çıkan sözleşme içi boşluğun, hakim tarafından öncelikle yedek hukuk, bu yoksa MK m. 1. uyarınca örf ve adet hukukuyla, bu da yoksa hakimin hukuk yaratması yöntemiyle doldurulması gerekir.

  • Yasa kuralları haksızlığa vasıta olacak şekilde yorumlanıp uygulanmamalıdır.
  • Yorum bahanesiyle yasal metnin kapsamı genişletilemez ve sınırları aşılamaz.

Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin 2001/5113 E. 2001/5317 K. ve 11.06.2001 Tarihli kararı: “YORUM AÇISINDAN a) TANIM Hukukta yorum, yazılı bir hükmün içeriğini, sınırını ve anlamını, kurallara göre, inceleyip belirleyen zihinsel bir etkinlik ve süreçtir. b) ANAYASAYA UYGUN YORUM Yasa kurallarının, birer bağlayıcı ve üstün hukuk kuralları olan Anayasa hükümleriyle birlikte ve onlarla çelişmeyecek biçimde yorumlanması esastır. Bir yasa kuralı, değişik biçimlerde yorumlanabiliyorsa, bunlardan Anayasaya en uygun olanının benimsenip uygulanması gerekir. Anayasanın 35. maddesi, mülkiyeti kişinin temel hakları arasında saymıştır. O nedenle, bu hakkın kısıtlanmasına ancak sınırlandırmanın kaçınılmaz olduğu zorunlu ve istisnai durumlarda başvurulmalıdır. Bu durumda, mülkiyet hakkını sınırlayan kuralların bu anlayış içinde, başka bir deyişle kapsamları genişletecek biçimde değil, daraltacak biçimde yorumlanmaları gözden kaçırılmamalıdır. b) YAPILAN YORUM ADİL OLMALIDIR Yapılan yorum adil olmalı, hak ve nasafet kurallarına uygun bulunmalıdır. Yasa kuralları haksızlığa vasıta olacak şekilde yorumlanıp uygulanmamalıdır. c) YORUM, EYLEMLE ÖNLEM ARASINDA ADİL OLMAYAN BİR DENGESİZLİK YARATMAMALIDIR. d) YAPILAN YORUM, YASAKOYUCUNUN AMACI İLE UYUM İÇİNDE OLMALIDIR. e) YORUM YAPILIRKEN YASANIN SÖZLERİNE DE UYGUN OLMASINA ÖZEN GÖSTERİLMELİDİR. Yorum bahanesiyle yasal metnin kapsamı genişletilemez ve sınırları aşılamaz. Çünkü Hakim yasanın üzerinde olamaz (HKG. 26.1.2000; 1052/10). f) YORUMDA HEDEF Yorumda hedef, kanunun anlamını saptamaktır. Öyle ki, norm’dan mümkün olan en iyi, en değerli hukuksal fikir elde edilmek gerekir. Bu da, ancak ve ancak, normun temas ettiği uyuşmazlık için en adil çözüm arzeden anlam olabilir. Demek oluyor ki, yorumda hedef, sözkonusu uyuşmazlığa en iyi cevap veren ve aynı zamanda hukuk düzeninin tümü için de mümkün olduğu kadar ahenkli bir surette yeralan bir kanun hükmünün anlamını elde etmektir.”

TMK 1. Madde Gerekçesi

Yürürlükteki Kanunun 1 inci maddesini karşılamaktadır.

Madde olduğu gibi korunmuş fakat gerek amaç ve içeriğini daha iyi ifade etmesi bakımından, gerek dilinin daha anlaşılır bir hâle getirilmesi yönünden yeniden kaleme alınmıştır.

Maddenin kenar başlığı “Kanunu Medenînin Tatbiki” şeklindedir. Bu kenar başlık maddenin uygulama alanıyla uyumlu değildir. Çünkü, madde sadece Medenî Kanunun uygulanmasını düzenleyen bir madde olmayıp genel olarak hukukun kaynaklarını düzenlemektedir. Maddede sayılan kaynaklar medenî hukukta olduğu kadar özel hukukun diğer dallarında da geçerli olan kaynaklardır. Bu sebeple, maddenin kenar başlığı “Hukukun uygulanması ve kaynakları” şeklinde değiştirilmiştir.

Yürürlükteki maddede yer alan “lafziyle veya ruhiyle” sözcükleri yerine daha anlaşılır bir ifadeyle “sözüyle ve özüyle”; “temas ettiği” deyimi yerine “değindiği”; “vazıı kanun” yerine “kanun koyucu”; “vazedecek” yerine “koyacak” sözcükleri kullanılmıştır. Hâkim kanunu hem sözü hem de özüyle birlikte ele alarak uygulayacaktır. Sadece sözüyle veya sadece özüyle uygulaması söz konusu olmayacaktır.

Maddenin üçüncü fıkrası “Hâkim, karar verirken bilimsel görüşlerden ve yargı kararlarından yararlanır.” şeklinde daha arı bir Türkçe ile kaleme alınmış, daha anlaşılır hâle getirilmiştir.

Mülga 743 sayılı Türk Kanunu Medenisi 1. Maddesi

“Kanun, lafziyle veya ruhiyle temas ettiği bütün meselelerde mer’idir. Hakkında kanuni bir hüküm bulunmıyan meselede hakim örf ve adete göre, örfü adet dahi yok ise kendisi vazıı kanun olsaydı bu meseleye dair nasıl bir kaide vazedecek idiyse ona göre hükmeder. Hakim hükümlerinde, ilmi içtihatlardan ve kazai kararlardan istifade eder.”

TMK 1. Maddeye Karşılık Mehaz İsviçre ZGB Hükmü

Anwendung des Rechts Art.1 “Das Gesetz findet auf alle Rechtsfragen Anwendung, für die es nach Wortlaut oder Auslegung eine Bestimmung enthält. Kann dem Gesetz keine Vorschrift entnommen werden, so soll das Gericht nach Gewohnheitsrecht und, wo auch ein solches fehlt, nach der Regel entscheiden, die es als Gesetzgeber aufstellen würde. Es folgt dabei bewährter Lehre und Überlieferung.

Av. Efehan Mihai Erginer

www.adagiohukuk.com adresinde ve sosyal medya hesaplarımızda yer alan bütün makale, yazı, içerik ve görsellerin telif hakkı Adagio Hukuk Bürosuna aittir. İşbu içeriklerin, mahkeme ve diğer kurumlara ibraz edilecek dilekçelerde kullanılması dışında yazılı izin olmaksızın kopyalanarak, özetlenerek veya sair şekillerde paylaşılması gibi her çeşit intihal durumunda gerekli hukuki ve cezai yollara başvurulacaktır.

KVKK Aydınlatma ve Açık Rıza Metni