Hak Ehliyeti (TMK madde 8 – Adagio TMK Şerhi)
Yazı İçeriği
TMK Madde 8 – Hak Ehliyeti
4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun “Gerçek Kişiler” kısmının “Kişilik” bölümü altında düzenlenen hak ehliyeti ile ilgili TMK madde 8; “Her insanın hak ehliyeti vardır. Buna göre bütün insanlar, hukuk düzeninin sınırları içinde, haklara ve borçlara ehil olmada eşittirler.”
Hak Ehliyeti Nedir
Hak ehliyeti; kişinin haklara ve borçlara sahip olabilmesi anlamına gelmekte olup madde ile istisnasız her insanın hak ehliyetine sahip olduğu düzenlenmiştir. Maddenin ikinci fıkrasında bütün insanların hukuk düzeni sınırları içerisinde haklara ve borçlara ehil olmak bakımından eşit olduğu şeklinde düzenleme, hak ehliyetinin genelliği ve eşitliği ilkesinin benimsendiğini göstermektedir. (Oğuzman/ Seliçi/ Oktay-Özdemir, Kişiler Hukuku, b.20, s.46-46; Dural/ Öğüz, Kişiler Hukuku, b.20, s.39-40)
Hak Ehliyeti Ne Zaman Başlar
4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 28. maddesinde “Kişilik, çocuğun sağ olarak tamamıyla doğduğu anda başlar ve ölümle sona erer. Çocuk hak ehliyetini, sağ doğmak koşuluyla, ana rahmine düştüğü andan başlayarak elde eder.” denilmektedir.
Buna göre; TMK madde 8 kapsamında düzenlenen hak ehliyeti, tam ve sağ doğmak koşulu ile ana rahmine düşüldüğü anda başlar. Hukukumuzda tam doğum; çocuğun annesinden tamamen ayrılması ve ana rahminin dışında bağımsız bir varlık kazanmasıdır. Sağ doğum ise; çocuğun anne rahmi dışarısında varlığının kısa bir süre dahi olsa hayatta kalmasıdır. Çocuk bir anlığına dahi anne rahmi dışarısında hayatta kalmayı başarabilirse tam ve sağ doğmuş addedilecektir.
Nitekim, TMK madde 8 lafzında hak ehliyeti, tam ve sağ doğmak koşuluyla başlar denilmekle çocuğun/ ceninin, ana rahmine düştüğü andan itibaren hak ehliyetine sahip olacağı yani hakları ve borçları olabileceği (ceninin mirasçı olabileceği) düzenlenmiş olup çocuk/ cenin, bu hakları tam ve sağ doğması halinde ana rahmine düştüğü andan itibaren geçmişe etkili olarak kazanacaktır. Öte yandan ceninin bir şekilde tam ve sağ doğamaması, anne karnında ölmesi gibi hallerde hiç hak ehliyetine sahip olma şartı yerine gelmediğinden mirasçı olabilme gibi haklarından söz edilemeyecektir.
Hak Ehliyetinin Sınırlandığı Haller
Her ne kadar hukukun insan olmaya bağladığı sonuçlardan biri hak ehliyetinin genel ve eşit olduğu söylenebilse de sınırsız olduğunu söylemek mümkün değildir. Gerçekten de hukukumuzun hak ehliyetine birtakım sınırlamalar getirdiği ve insanların bazı hallerde bazı haklarının sınırlandığı görülmektedir.
Yaş
Hukukumuzda bazı hakları elde etmek için belirli yaşlara ulaşmak şart koşulmuştur. Bunlardan bazıları;
- Vasiyetname düzenleme ehliyeti; sadece 15 yaşını tamamlamış kişiler vasiyetname yapabilir. (TMK m. 502)
- Miras sözleşmesi yapma ehliyeti; miras sözleşmesi yapma hakkını kullanmak için ergin olma koşulu aranmaktadır. (TMK m.503)
- Evlenme ehliyeti; 17 yaşını tamamlamış kişiler evlenme hakkını kullanabilir. (TMK m.124)
- Evlat edinme ehliyeti; 30 yaşını tamamlamış kişiler evlat edinme hakkını kullanabilir. (TMK m.307)
- Dinini serbestçe belirleme ehliyeti; dinini serbestçe tayin etme hakkını kullanabilmek için ergin olma koşulu aranmaktadır. (TMK m.341/3)
- Vasi olma ehliyeti; vasi olma hakkını kullanabilmek için ergin olma koşulu aranmaktadır. (TMK m.413)
- Vakıf kurma ehliyeti; vakıf kurma hakkını kullanabilmek için ergin olma koşulu aranmaktadır. (TMK m.449)
- Kefil olma ehliyeti; kefil olma hakkını kullanabilmek için ergin olma koşulu aranmaktadır. (TMK m.449)
- Önemli bağışlamada bulunma ehliyeti; önemli bağışlamada bulunma hakkını kullanabilmek için ergin olma koşulu aranmaktadır. (TMK m.449)
- Çocuk dernekleri dışındaki dernekleri kurma ehliyeti; çocuk dernekleri dışındaki dernekleri kurma hakkını kullanabilmek için ergin olma koşulu aranmaktadır. (TMK m.64)
Cinsiyet
Esasında Anayasa’mızın 10. maddesinin 2. fıkrasında “Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür. Bu maksatla alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı olarak yorumlanamaz.” denilmektedir. Buna mukabil hukukumuzda bazı istisnai hallerde anayasanın mezkûr maddesine aykırı olarak kadınlar ve erkeklerin hak ehliyetinin eşit olmadığı ve cinsiyet nedeniyle bazı hakların sınırlandığı görülmektedir.
- Evlenme ehliyeti; nesep karışıklığı yaratmama amacı ile kadının önceki evliliğinin sona erdiği tarihten itibaren 300 gün geçmeden yeniden evlenmesi yasaktır. (TMK m.132) (300 günlük süre içerisinde kadının doğum yapması veya en son boşandığı eşi ile tekrardan evlenmesi hallerinde bu süre sona erer. Ayrıca kadının hamile olmadığı doktor raporu ile saptanırsa dava ikame edilerek bu sürenin kaldırılması istenebilir. (TMK m.132/3))
- Soy bağının reddi ehliyeti; soy bağını reddetme hakkı yalnızca erkeğe tanınmış olup kadının böyle bir hakkı yoktur. (TMK m.286)
- Aile soyadı; çocuğun kimin soyadını alacağı TMK m.321 ile düzenlenmektedir. Buna göre çocuk aile soyadını alır. Eski tarihlerde TMK m.187 hükmü uyarınca kadının evlenmekle erkeğin soyadını alacağına ilişkin düzenleme gereği aile soyadı kavramının erkeğin soyadı olduğuna şüphe yok idi. Ancak, 28/04/2023 tarihli resmi gazetede yayınlanan AYM kararı ile 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 187. Maddesi iptal edilmiş olduğundan artık aile soyadının erkeğin soyadı olması gerektiğine ilişkin yasal bir dayanak kalmamıştır. Önceki tarihlerde çocuğa soyadı verme hakkının cinsiyete bağlı sebeplerle sınırlandığı söylenmekte ise de işbu yazımızı yayınladığımız 03/02/2024 tarihi itibariyle kadının hak ehliyetine getirilen böyle bir kısıtlama kalmamış olup aile soyadının ne olacağı hakkında tam manasıyla bir kanun boşluğu mevcuttur.
- Evlilik dışı çocuk ile soy bağına bağlı hak ehliyeti; anne olan kadın bakımından çocukla arasındaki soy bağına bağlı haklar ve ödevler doğumla kazanılırken, baba olan erkek bakımından bu haklar ve ödevler tanıma ya da babalık davasından verilecek hüküm ile kazanılır.
Evlilik
TMK m.321 hükmünde aile soyadından bahsedilmektedir. Eski tarihlerde TMK m.187 hükmü uyarınca kadının evlenmekle erkeğin soyadını alacağına ilişkin düzenleme gereği aile soyadı kavramının erkeğin soyadı olduğuna şüphe yok idi. Ancak, 28/04/2023 tarihli resmi gazetede yayınlanan AYM kararı ile 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 187. Maddesi iptal edilmiş olduğundan artık aile soyadının erkeğin soyadı olması gerektiğine ilişkin yasal bir dayanak kalmamıştır. Önceki tarihlerde aile soyadı ve buna binaen çocuğa soyadı verme hakkının cinsiyete bağlı sebeplerle sınırlandığı söylenmekte ise de işbu yazımızı yayınladığımız 03/02/2024 tarihi itibariyle evlilik içerisindeki kadının hak ehliyetine getirilen böyle bir kısıtlama kalmamış olup aile soyadının ne olacağı hakkında tam manasıyla bir kanun boşluğu mevcuttur.
Yabancılık
Hukukumuzda yabancıların hak ehliyetinin bazı kanunlarla sınırlandığı görülmektedir. Örnek olarak Tapu kanununda yabancıların taşınmaz mülkiyeti ve sınırlı ayni hak elde etmeleri sınırlandırılmıştır. Yine benzer olarak kooperatifler kanununda da kooperatif yönetim kurulu üyeleri ve denetçilerinin yabancı olması yasaklanmıştır. Bu gibi hallerde yabancılık sebebiyle yabancılar bazı hak ehliyetlerinin sınırlandığı ve bazı haklarının kullanılmasının kanunen engellendiği söylenebilir.
Ayır Etme Gücü Yokluğu
Doktrinde, ayırt etme gücüne sahip olmayanların şahsen kullanmaları gereken hakları kullanmalarının kısıtlanması dolayısıyla bu hakların yok hükmünde olduğu ve ancak bazı istisnai hallerde bu hakların varlığından söz edilebileceği belirtilmektedir. (Oğuzman/ Seliçi/ Oktay-Özdemir, Kişiler Hukuku, b.20, s.49)
Akıl Hastalığı
Akıl hastalığına sahip olan kişilerin hak ehliyetinin bazı haklar bakımından sınırlandırıldığı söylenebilir.
- Evlenme ehliyeti; akıl hastası olanlar, ayırt etme güçleri bulunsa dahi evlenmelerinde tıbbi bir sakınca bulunmadığına ilişkin sağlık kurulu raporu bulunmadıkça evlenme haklarını kullanamazlar. (TMK m.133)
- Velayet ehliyeti; akıl hastası olanların velayet hakları kaldırılır. (TMK m. 348)
- Vasilik ehliyeti; akıl hastası olan kişinin vasilik hakları kaldırılır. (TMK m.479)
Haysiyetsiz Hayat Sürme
- Vasilik ehliyeti; haysiyetsiz hayat sürenler vasi olarak atanamazlar. (TMK m.418/2)
Mahkûmiyet ve sair durumlar
- Vasilik ehliyeti; kamu hizmetin yasaklılar vasi olarak atanamazlar. (TMK m.418/2)
- Resmi vasiyetname düzenlenmesinde tanıklık ehliyeti; bir cezaya mahkûm olup da kamu hizmetinden yasaklanan mahkûmlar resmi vasiyetnamenin düzenlenmesinde tanıklık yapamaz. (TMK m.536/1)
Hak Ehliyeti Ne Zaman Sona Erer
4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 28. maddesinde “Kişilik, çocuğun sağ olarak tamamıyla doğduğu anda başlar ve ölümle sona erer. Çocuk hak ehliyetini, sağ doğmak koşuluyla, ana rahmine düştüğü andan başlayarak elde eder.” denilmektedir.
Dolayısıyla da hak ehliyeti ölümle sona erecektir.
TMK Madde 8 – İçtihatlar
Özet: Hak ehliyeti ölümle sona ereceğinden davada taraf ehliyeti de sona erecektir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 2022/917 E. 2023/629 K. ve 14.06.2023 Tarihli kararına göre:
“Hak ehliyetine ilişkin olarak TMK’nın 8 inci maddesi “Her insanın hak ehliyeti vardır. Buna göre bütün insanlar, hukuk düzeninin sınırları içinde, haklara ve borçlara ehil olmada eşittirler” düzenlemesini içermekle her gerçek kişi, hak ehliyetine ve dolayısıyla taraf ehliyetine sahiptir. Kişilik, çocuğun sağ olarak tamamıyla doğduğu anda başlar ve ölümle sona erer (TMK m. 28/1). Bu doğrultuda ölüm hâlinde de ölen kişinin hak ehliyeti ve dolayısıyla taraf ehliyeti sona erecektir… Bu genel açıklamaların ışığında ön sorun değerlendirildiğinde; nüfus kayıtlarına göre direnme kararından önce davalı 22.09.2018 tarihinde vefat etmiş ve dava açıldığı sırada sahip olduğu taraf ehliyetini kaybetmiştir. Ancak Mahkemece, davalının vefatı sonrasında taraf teşkilinin sağlanması için herhangi bir usul işlemi yapılmaksızın direnme kararı verildiği anlaşılmaktadır. Dava konusunun, müteveffa davalının mirasçılarının haklarını etkileyecek nitelikte ve miras yoluyla intikali mümkün bir malvarlığına ilişkin hakkın kapsamı içerisinde olması nazara alındığında; davalının yargılama sırasında vefatı üzerine HMK’nın 55 inci maddesinde belirtildiği üzere davalının mirasçıları davadan haberdar edilip taraf teşkili sağlanmaksızın esas hakkında karar verilemez. Bu durumda, mahkemece, HMK’nın 55 inci maddesinde gösterilen şekilde müteveffa davalının mirasçılarını tebligat yoluyla davadan haberdar ederek mirasçıların tamamının davaya katılımının sağlanması, bunun mümkün olmaması hâlinde tüm mirasçılardan izin alınması veya terekeye temsilci atanması yoluyla taraf teşkilinin sağlanması sonrasında yargılamaya devam edilerek hüküm kurulması gerekir. O hâlde, açıklanan yasal düzenleme ve ilkeler gözetilerek usulüne uygun şekilde taraf teşkili sağlandıktan sonra hâsıl olacak sonuca göre bir karar verilmek üzere direnme kararının usulden bozulması gerekir.”
Özet: Münfesih derneğin hak ehliyeti son bulduğundan davada taraf ehliyeti de kalmaz. Mahkemece yapılacak iş davacı yana derneğin ihyasını sağlamak amacıyla süre vermek ve dernek ihya edilince derneği davanın tarafı haline getirmektir. Yargıtay 21. Hukuk Dairesinin 2015/18500 E. 2016/9818 K. ve 13.06.2016 Tarihli kararına göre:
“Medeni haklardan istifade ( hak ) ehliyeti bulunan her tüzel kişi taraf ehliyetine de sahiptir. Tüzel kişiliğin son bulması ile artık eski tüzel kişinin taraf ehliyeti de son bulur. Taraf ehliyeti kamu düzeni ile ilgili olup hakimin bu hususu resen göz önünde bulundurması zorunludur. Davalı … Derneği’nin 06/01/2000 tarihinde fesih olduğu ve kütük kaydının silinerek dosyasının işlemden kaldırıldığı, …’nün 14/01/2015 tarih ve 470-993 yazılarından anlaşılmaktadır. Böyle olunca, Mahkemece davacıya derneğin ihyasını sağlamak amacıyla dava açması için uygun süre verilmesi ve sonucuna göre bir hüküm kurulması gerekirken tüzel kişiliği kalmayan dernek hakkında hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir. Yapılacak iş, öncelikle davacıya davalı derneğin ihyasını sağlamak amacıyla dava açması için uygun süre vermek, ihya edilince derneği taraf haline getirmek ve Mahkemece sonucuna göre karar vermekten ibarettir. O halde, davalı Kurum’un bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli, hüküm bozulmalıdır.”
Özet: KMK 35 gereği yönetimin yetkisi taşınmazın genel yönetimi ile ilgili işlerle sınırlı olup kat mülkiyetine konu apartmanın ayıplı inşaa edildiği iddiasıyla müteahhide açılacak davada kat malikleri yönetimi yetkilendirmiş olsa dahi yönetimin tüzel kişiliği olmayıp söz konusu davada taraf olamaz. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 2017/873 E. 2020/873 K. ve 11.11.2020 Tarihli kararına göre:
“Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 28.06.2006 tarihli, 2006/18-483 E., 2006/473 K. sayılı kararında da belirtildiği üzere kat malikleri kurulunun tüzel kişiliğinin bulunmadığı tartışmasızdır. Ancak kanun koyucu tüzel kişiliği bulunmayan bu kurula 634 sayılı Kanun’un 35. maddesi ile; bu kanundan doğan yetki ve görevleri kapsamındaki bazı iş ve işlemlerde kat maliklerini temsilen hukuki ilişki kurma ve dava takip yetkisi vermiştir. Ne var ki ana taşınmazın genel yönetimi dışında kalan işler için yöneticinin dava takip yetkisi bulunmadığının kabulü gerekir (Kale, S.: Medeni Yargılamada Taraf Ehliyeti, İstanbul 2010, s.188). Hâl böyle olunca gelinen aşamada eldeki davaya konu istemin KMK’nın 35. maddesinde verilen yetki kapsamında değerlendirilmesinin mümkün olup olmadığı irdelenmelidir. Somut olayda kat malikleri adına yöneticinin açtığı davada kat mülkiyetine konu apartmanın ayıplı inşaa edildiği iddiasıyla müteahhit davalının sorumluluğuna gidilmesi talep edilmiştir. Ayıptan sorumluluk iddiası, kural olarak, ayıba konu sözleşmenin tarafları arasında gündeme gelir. Apartmandaki ayıp iddiasına konu alanların çatı ve zemin izolasyonu gibi ortak alanlara ilişkin olması doğrudan yönetimi kat mülkiyetinin kurulmasından önce gerçekleşmiş bir sözleşmenin tarafı kılmaz. Nitekim Hukuk Genel Kurulunun 13.12.2017 tarihli, 2017/13-689 E., 2017/1686 K. sayılı kararında da aynı ilke benimsenmiştir. Tüm bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık irdelendiğinde; dava konusu tazminat iddiasının temeli sözleşmenin ayıplı ifası nedenine ve bu hakkın devamı olarak tüketiciye tanınan seçimlik yetkilere dayandığından site yönetimine kat malikleri kurulunca yetki verilmiş olması, somut olay bakımından, yönetimin dava açma ehliyetinin bulunduğunu kabule yeterli sayılamaz. Bu yöndeki bir dava, Özel Daire kararında da işaret edildiği üzere, ancak kat maliklerince açılabilir. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında davaya konu ayıbın apartman yönetiminin kanun gereği sorumluluğunda bulunan ortak alanlara ilişkin olması karşısında her bir malikin ayrı ayrı dava açmasının ve yapılacak yargılama sonunda her bir malikin ortak alandaki payları nispetinde ayrı ayrı hüküm kurulmasının, usul ekonomisine ve kanun koyucunun Kat Mülkiyeti Kanunu ile sağlamak istediği amaca uygun düşmeyeceği, değişen yaşam düzeninin doğurduğu eldeki dava gibi bazı özel ihtiyaç hâllerinde apartman yönetiminin kanundaki usule uygun aldığı yetki ile dava açmaya yetkili olduğunun kabulü gerektiği, bu nedenle direnme hükmünün yerinde olduğu görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüş açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir. Hâl böyle olunca, Özel Daire bozma kararına uymak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.”
Özet: Mülga 743 sayılı Türk Kanunu Medenisi’nin 253. Maddesi gereği evlat edinme hakkı “nesebi sahih füruu bulunmayanlara münhasırdır” denilerek yalnızca evlilik içerisinde doğmuş çocuğu bulunmayanlara tanınmış idi. Artık böyle bir mevzuat hükmü bulunmasa da aşağıdaki kararda; evlilik içerisinde meydana gelen ancak henüz doğmamış ceninin hak ehliyetine geçmişe dönük sahip olacağından gözetildiğinde ceninin; evlilik içerisinde doğmuş çocuk kategorisine sokulup sokulamayacağı ve buna göre evlat edinmeye izin verilip verilemeyeceği tartışılmış ve nihayet hak ehliyetini geçmişe dönük olarak kazanmanın ceninin alt soy sayılmasına yeterli olmadığına, bu sebeple de evlat edinmeye engel bir hal olmadığına kanaat getirilmiştir. Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 1979/7244 E. 1979/9146 K. ve 13.12.1979 Tarihli kararına göre:
“Dava, evladlık sözleşmesinin iptaline ilişkin olup, uyuşmazlık (ceniin’in) evlad edinmeye engel olup, olmadığı hususunda toplanmaktadır. Bilim alanında iptali mümkün gören ve görmeyen görüşler vardır. Konu, bilimsel açıdan bir çok hukukçu tarafından ele alınmış, kişisel düşünce belirtilmiştir. Taraflar da kendi iddia ve savunmalarını destekler nitelikte olmak üzere hukuk fakültesi öğretim üyelerinden aldıkları özel raporları dosyaya koymuşlardır. Medeni Kanunun 253. maddesi, alt soyu (füruu) olmayan kişilerin kanun da yazılı öteki şartlarda varsa evlad edinebileceklerini öngörmüştür. Öyle ise evladlık sözleşmesinin yapıldığı anda evlad edinenin nesebi sahih füruunun-alt soyunun-bulunması zorunludur. Herne kadar cenin sağ doğmak şartı ile ana rahmine düştüğü anda medeni haklardan yararlanma imkanı elde eder ise de, (MK. 27/II), bu kural çocuğu, ananın gebeliği sırasında alt soy olmak gibi bir nitelik vermez. Sadece taliki şartın (MK. 149) gerçekleşmesi halinde ana rahmine düştüğü andan başlıyarak hak ehliyeti verir. Bu bakımdan cenine alt soy (füruu) demek mümkün değildir. Oysa, evladlık sözleşmesinin geçersiz olabilmesi için sözleşme anında evlad edinenin füruunun var olması gerekir. Sonradan değişen şartlar geçerli bir sözleşmenin ortadan kaldırılması için yeterli hukuki sebep değildir. Bu itibarla davanın reddi doğru olup, az önce açıklanan gerekçelerle temyiz itirazlarının reddiyle hükmün (ONANMASINA) ve onama harcının temyiz edene yükletilmesine, duruşma için takdir olunan üçbin lira vekalet ücretinin davacıdan alınıp davalıya verilmesine 13.12.1979 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.”
Özet: Davalı AVM yönetiminin tüzel kişiliği olmadığından hak ehliyeti ile hak ehliyetinin uzantısı olan davada taraf ehliyeti bulunmadığı gözetilerek taraf ehliyeti yokluğu nedeni ile davanın usulden reddi gerekir. Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 2018/3915 E. 2019/5158 K. ve 09.09.2019 Tarihli kararına göre:
“Davacı vekili, müvekkilinden, davalı AVM’nin reklam panolarında ve kataloglarında yer alacak fotoğraflar için çekim yapılacağı yönünde görüşme talebinde bulunulduğunu, müvekkilinin görüşmede deneme için fotoğrafının çekildiğini, çekimlerden sonra herhangi bir anlaşma yapılmadığını, fotoğraflarının yayınlanması, kataloglarda, reklamlarda ve reklam panolarında kullanılmasına izni olmadığını beyan ederek ayrıldığını, çekimlerden 6-7 ay sonra çekim fotoğraflarının AVM’nin reklamlarında, kataloglarında ve bilboardlarında kullanıldığını, bu durumun müvekkilinin kişilik haklarını zedelediğini ileri sürerek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 1.000.- TL maddi ve 10.000.- TL manevi tazminata yasal faizi ile birlikte karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı AVM’nin müdürü beyanında, davalının tüzel kişiliğinin bulunmadığını, bu nedenle taraf ehliyetinin de olmadığını, esasa yönelik olarak da davacının kendi rızası ile çekimlere katıldığını, davacının resimlerinin reklamlarda ve kataloglarda kullanılmadığını savunarak davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir. Mahkemece, iddia, savunma, toplanan deliller ve tüm dosya kapsamına göre; yönetimin tüzel kişiliğe sahip olmadığı, tüzel kişiliğin söz konusu olmaması nedeni ile hak ehliyeti ve hak ehliyetinin uzantısı olan taraf ehliyetinin davalı tarafta mevcut bulunmadığı gerekçesiyle davanın taraf ehliyeti yokluğu nedeni ile usulden reddine karar verilmiştir…Yapılan yargılama ve saptanan somut uyuşmazlık bakımından uygulanması gereken hukuk kuralları gözetildiğinde İlk Derece Mahkemesince verilen kararda bir isabetsizlik olmadığının anlaşılmasına göre yapılan istinaf başvurusunun HMK’nın 353/b-1 maddesi uyarınca Bölge Adliye Mahkemesince esastan reddine ilişkin kararın usul ve yasaya uygun olduğu kanısına varıldığından Bölge Adliye Mahkemesi kararının onanmasına karar vermek gerekmiştir.”
TMK Madde 8 – Gerekçesi
- Yürürlükteki Kanunun 8 inci maddesini karşılamaktadır.
- Maddenin “A. Şahsîyet” şeklindeki konu başlığı bu maddelerde genellikle ehliyet konusu düzenlenmiş olduğundan “A. Genel olarak” şeklinde değiştirilmiştir. Maddenin “I. Medenî haklardan istifade” şeklindeki kenar başlığı ise “I. Hak ehliyeti” şeklinde değiştirilmiştir. Bu değişiklik 1984 tarihli Öntasarıdan aynen alınmıştır. Gerek öğretide gerek yargı kararlarında bu maddenin “hak ehliyeti”, bundan sonraki maddenin ise “fiil ehliyeti” ile ilgili olduğu kabul edildiğinden “medenî haklardan istifade” yerine “hak ehliyeti”, “medenî hakların kullanılması” yerine ise “fiil ehliyeti” deyimleri kullanılmıştır.
- Maddenin birinci fıkrasında “Her şahıs…” sözcükleri yerine “Her insan…” sözcükleri kullanılmıştır. Gerek 1971 gerek 1984 tarihli Öntasarılarda da isabetle kullanılan bu sözcükler, maddede düzenlenen bu ehliyetin insanlarla ilgili olduğunu ve temel bir insan hakkı olmasını vurgulaması açısından amaca daha uygun düşmektedir.
- Maddenin ikinci fıkrası da 1971 ve 1984 tarihli Öntasarılara uygun olarak yeniden kaleme alınmıştır. Birinci fıkrada olduğu gibi ikinci fıkrada da hak ehliyetinde eşitlik ilkesinin belirlenmesinde “Herkes” sözcüğü yerine “Bütün insanlar…” sözcükleri kullanılmıştır.
TMK Madde 8 – Mülga 743 sayılı Türk Kanunu Medenisi 8. maddesi
TMK madde 8 karşılığı mülga 743 sayılı TKM m.8; A. Şahsiyet – I. Medeni haklardan istifade – Madde 8; Her şahıs medeni haklardan istifade eder. Binaenaleyh kanun dairesinde haklara ve borçlara ehil olmakta herkes müsavidir.
TMK Madde 8 – Karşılık Mehaz İsviçre ZGB Hükmü
TMK madde 8 hükmüne karşılık gelen mehaz İsviçre ZGB hükmü; Erster Teil: Das Personenrecht Erster Titel: Die natürlichen Personen Erster Abschnitt: Das Recht der Persönlichkeit A. Persönlichkeit im Allgemeinen I. Rechtsfähigkeit Art. 11;
- Rechtsfähig ist jedermann.
- Für alle Menschen besteht demgemäss in den Schranken der Rechtsordnung die gleiche Fähigkeit, Rechte und Pflichten zu haben.
Av. Efehan Mihai Erginer
www.adagiohukuk.com adresinde ve sosyal medya hesaplarımızda yer alan bütün makale, yazı, içerik ve görsellerin telif hakkı Adagio Hukuk Bürosuna aittir. İşbu içeriklerin, mahkeme ve diğer kurumlara ibraz edilecek dilekçelerde kullanılması dışında yazılı izin olmaksızın kopyalanarak, özetlenerek veya sair şekillerde paylaşılması gibi her çeşit intihal durumunda gerekli hukuki ve cezai yollara başvurulacaktır.