Dürüst Davranma (TMK m.2 – Adagio TMK şerhi)

Yazı İçeriği

Türk Medeni Kanunu Madde 2

4721 sayılı Türk Medeni Kanunu Madde 2 – “Herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır. Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz.

TMK m.2/f.1

Maddenin ilk fıkrasında; kişilerin, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uygun hareket etmek zorunda oldukları düzenlemesine yer verilmiştir. Esasen, dürüstlük kuralına ilişkin düzenleme yalnızca özel hukuka ilişkin olmayıp genel bir hukuk ilkesi niteliğindedir. Bu minvalde, tarafların dürüstlük kurallarına uygun davranması hukuk yargılamasında söz konusu olacağı gibi, idari yargılamada veya ceza yargılamasında da söz konusu olacaktır.

Belirtmek gerekir ki; dürüstlük kuralına ilişkin düzenlemeler, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 2. maddesi ile sınırlı olmayıp farklı kanunlarda da dürüstlük kuralına ilişkin düzenlemelere yer verilmiştir. Nitekim, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 29. Maddesine göre “Taraflar, dürüstlük kuralına uygun davranmak zorundadırlar. Taraflar, davanın dayanağı olan vakıalara ilişkin açıklamalarını gerçeğe uygun bir biçimde yapmakla yükümlüdürler.

Hukuki açıdan dürüstlük kuralı; günlük hayatta kişilerden namuslu dürüst ve makul bir insan olarak beklenen davranışları ifade eder. Bir davranışın dürüstlük kuralına uygun olup olmadığı, toplumda egemen olan ahlâkî ölçülere, âdetlere ve hakları sağlayan ilişkilerin amacına göre belirlenir. (Oğuzman & Barlas, Medenî Hukuk, b.27 s.244)

TMK m.2/f.2

Maddenin ikinci fıkrasında; bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz denilmektedir. Bu durum, zahiri hukuka uygunluğu haiz mevcut bir hakkın dürüstlük kurallarına aykırı şekilde kullanılması  durumunda görünmektedir. Hakkın kötüye kullanılmasının söz konusu olduğu durumlarda iki temel ölçüt bulunur. Bunlar; amaca aykırılık ve menfaat yokluğudur. Amaca aykırılık genellikle haksız yere hak kazanma, çelişkili davranışlarda bulunma, ahlâka ve sözleşmeye aykırı durumlarda faydalanma gibi durumlarda ortaya çıkabilir. Hakkın kötüye kullanılmasının diğer şekli ise, kullanılan hak ile elde edilmek istenen menfaat dengesinin ölçüsüz olmasıdır. Buna göre, kullanılan hak sonucu elde edilmek istenen menfaat, hem subjektif hem de objektif kriterler gözetildiğinde yoksa veya yok denecek kadar az ise yine hakkın kötüye kullanılmasından söz edilir.

Yargıtay Kararları

Bütün hakların kullanılmasında dürüstlük kuralı çerçevesinde hareket edilmesi gerekir.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 2017/2578 E. 2018/42 K. ve 17.01.2018 Tarihli kararına göre; “Objektif iyi niyet olarak da tanımlanan ve dürüstlük kuralını düzenleyen TMK’nın 2. maddesi, bütün hakların kullanılmasında dürüstlük kuralı çerçevesinde hareket edileceğini ve bir kimsenin başkasını zararlandırmak ya da güç duruma sokmak amacıyla haklarını kötüye kullanmasını Kanunun korumayacağını belirtmiştir. Aynı maddenin ikinci fıkrasında düzenlenen, hakkın kötüye kullanılması yasağı kuralının amacı, hâkime özel ve istisnai hallerde (adalete uygun düşecek şekilde) hüküm verme olanağını sağlamaktadır.

Somut uygulamaya ses çıkarmayan çalışanın daha iyi şartlarda bir iş bulması üzerine somut olayı bahane ederek işten ayrılması objektif iyi niyet kurallarına aykırı olup mahkemece değerlendirilmesi gerekir.

Hukuk Genel Kurulunun 2008/13-565 E. 2008/583 K.  ve 8.10.2008 Tarihli kararına göre: “Mahkemece görüşüne başvurulan 12.12.2006 tarihli bilirkişi kurulu raporunda özetle,  davacının Air France firmasında 36 saat simülatör eğitimi aldığı, buna ilişkin bir kısım belge ve harcamaların dosyada mevcut olduğu, öğretmen kaptan pilotların dilekçelerinden ve tanık beyanlarından anlaşıldığı üzere, seferlere gönderilen pilotların konakladığı bazı otellerin mevzuatta belirlenen standartlarda olmadığı, pilotların gereği gibi dinlenmeden tekrar uçuşa gitmek zorunda bırakıldığı, uçuş limitlerinin üstünde uçuşlara gönderildiğidavacının aylık ücretlerinin taksitler halinde yatırıldığı, ayın onuna kadar yatırılması gerekirken 31.7.2004 tarihinde ve ayrıca 14.10.2004, 11.11.2004 tarihlerinde yapılan ödemelerin süresinde olmadığı, bazı ödemelerin eksik yatırıldığı ve sonradan tamamlandığı, ayrıca 1.11.2004-11.11.2004 tarihleri arasındaki maaş ve uçuş tazminatlarının yatırılmadığı belirtilerek davacının sözleşmeyi tek taraflı feshinde haklı olduğu bildirilmiş, mahkemece diğer fesih nedenleri değerlendirilmeden, davacının istifa tarihi olan 10.11.2004 tarihi ve davanın açıldığı tarih itibariyle, davacının hak ettiği 1.11.2004-11.11.2004 tarihleri arasındaki maaş ve uçuş tazminatlarının yatırılmaması karşısında, davacının sözleşmeyi feshetmesinin öncelikle bu nedenle haklı olduğu kabul edilmiştir. Oysa davalı, bilirkişi raporuna itiraz etmiş olup, davacının, uçuş limitlerinin üstünde görevlendirilmediğini, fesih tarihine kadar bu yönde herhangi bir itiraz ve şikayetinin de bulunmadığını, hak ettiği tüm maaş ve uçuş tazminatlarının ödendiğini, şirkette çalışmaya başlamadan önce 20.2.2004 tarihinde Türk Hava Yollarına iş başvurusunda bulunduğunu, şirket tarafından verilen ve lisansına işlenen tip eğitimi sayesinde iş başvurusunun 22.10.2004 tarihinde kabul edilmesi akabinde 10.11.2004 tarihinde iş akdini feshettiğini, 22.11.2004 tarihinde de Türk Hava Yollarında çalışmaya başladığını, Türk Hava Yollarının devlet güvencesinde olması nedeniyle havacılık sektöründe adı geçen kurumun pilot alımı yaptığı dönemlerde pilotların çalıştıkları hava yollarından ayrılıp çalışma tercihlerini Türk Hava Yolları lehine kullandıklarını, davacının da üç yıl çalışma koşuluyla şirkette eğitim aldıktan sonra Türk Hava Yolları tarafından iş başvurusunun kabul edilmesi üzerine suni sebeplerle akdi feshettiğini, eğitim giderlerini ödememek için de eldeki davayı açtığını, bu şekildeki davranışın objektif iyiniyet ve dürüstlük kurallarına aykırı olduğunu bildirmiştir. Mahkemece davalının bu itirazları üzerinde durulmamış, gerekli inceleme ve değerlendirme yapılmamıştır. Gerçekten de, dosya kapsamına göre henüz davalı şirkette çalışmaya başlamadan önce davacının 20.2.2004 tarihinde Türk Hava Yollarına iş başvurusunda bulunduğu, 22.10.2004 tarihinde iş başvurusunun kabul edildiği, 10.11.2004 tarihinde davalı şirketle olan iş akdini feshettiği, 22.11.2004 tarihinde Türk Hava Yollarında çalışmaya başladığı, 3.12.2004 tarihinde de eldeki davayı açtığı anlaşılmaktadır. Dava konusu sözleşme, Borçlar Kanunu hükümlerine tabi bir sözleşme olup, mevcut uygulamaya davacı uzun süre ses çıkarmamış ise, daha sonra somut olayda olduğu gibi, daha iyi şartlarda bir iş başvurusunun kabul edilmesinden sonra bu hakkın ileri sürülmesi MK. nun 2.maddesinde belirtilen iyiniyet kuralları ile bağdaşmaz ve hukuken himaye edilemez. O halde davalının itirazında bildirmiş olduğu bu hususların incelenip değerlendirilmesi zorunludur. Bu nedenle mahkemece, objektif iyiniyet kuralları da gözetilmek suretiyle az yukarda belirtilen ve davalının itirazına da konu olan tüm bu hususlarda inceleme ve değerlendirme yapılarak hasıl olacak sonuca uygun bir karar verilmesi gerekirken, eksik inceleme ile yazılı şekilde hüküm tesisi usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir…

Her ne kadar sözleşme gereği bankanın kredi faiz oranlarını serbestçe belirleme yetkisi olsa da objektif iyi niyet kurallarına göre faiz oranının makul olup olmadığının tespiti gerekir.

Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 2002/10867 E. 2003/3372 K. ve 07.04.2003 Tarihli kararına göre; “Dava, genel kredi sözleşmesinde yazılı faiz oranının tek taraflı olarak artırılması nedeniyle, fazla ödenen bedelin faiziyle birlikte istirdadı istemine ilişkindir. Taraflar arasındaki kredi sözleşmesinin 6. maddesi uyarınca, davalı bankanın kredi faiz oranını tek taraflı olarak artırma yetkisi bulunmaktadır. Ancak, kredi sözleşmesindeki yetkisine dayanarak bankanın, hak etmediği bir yararı sağlaması hukuken mümkün bulunmamaktadır. Davalı bankaca belirlenen faiz oranının makul olup olmadığının tespiti için ise, davalı banka ile aynı sektörde faaliyet gösteren bankaların faiz oranlarının tespiti ve onlarla mukayesesi yapılarak artırılan faiz oranlarının ayrıca objektif iyiniyet kurallarına uygun olduğunun denetlenmesi gerekmektedir. Mahkemece, davalı bankanın sektöründeki ve davalı konumuna yakın olan bankaların dava konusu dönemde uyguladıkları faiz oranlarının tespiti ile bu oranların iyiniyet kurallarına uygun olduğunun belirlenmesi ve sonucuna göre davacının kabulüne de dikkat edilerek bilirkişi raporu alınması gerekirken, yazılı olduğu şekilde eksik incelemeye dayalı olarak karar verilmesi doğru görülmemiş, kararın bu nedenle bozulması gerekmiştir.”

Her ne kadar gayrimenkul satışlarında resmi şekil şartına uyulmamasının yaptırımı geçersizlik ise de taraflardan birisi edimini ifa ettikten sonra diğer tarafın kötü niyetli olarak şekil eksikliği nedeniyle işlemin geçersizliğini iddia etmesi TMK m.2’ye aykırıdır.

Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 1987/2 E. 1988/2 K. ve 30.9.1988 Tarihli kararına göre: “İçtihadı Birleştirmenin konusu olayların özelliğine gelince: 1965 yılında Kat Mülkiyeti Kanununun yürürlüğe girmesinden sonra ülkemiz inşaat sektöründe hızlı bir ilerleme kaydedilmiş, eskiden hiç görülmeyen “kat karşılığı inşaat sözleşmesi” olarak adlandırılan yaygın bir sözleşme türü doğmuştur. Bu sözleşmelerle müteahhit (yüklenici), arsa (iş) sahibinin arsası üzerinde inşaat yapmayı üstlenmekte, buna karşılık inşaat bitince kendisine devir edilecek olan bazı daireleri (bağımsız bölümleri) bedel olarak almaktadır. Ancak, müteahhit daha inşaata başlar başlamaz ileride mülkiyeti iş sahibi tarafından kendisine devredilecek olan bağımsız bölümleri, yapacağı inşaatın finansmanı için üçüncü kişilere geçersiz sözleşmelerle satmaktadır. Veyahutta bazı müteahhitler mülkiyeti kendilerine ait bulunan taşınmaza Kat Mülkiyeti Kanununa tabi olmak üzere inşaat yapımı sırasında inşaatı tamamlayabilmek için gerekli parayı temin amacıyla aynı şekilde geçersiz sözleşmelerle ve ileride satışa konu bağımsız bölümün tapusunu vereceği hususunda karşı tarafta tam bir güvence yaratarak satışlar yapmaktadırlar. İşte bu şekilde Kat Mülkiyeti Kanununa tabi olmak üzere yapımına başlanılan taşınmazdan bağımsız bölüm satımına ilişkin geçerli bir sözleşme olmadan tarafların bağımsız bölüm satımında anlaşarak alıcının tüm borçlarını eda etmesi ve satıcının da bağımsız bölümü teslim ederek alıcının onu malik gibi kullanmasına rağmen satıcının tapuda mülkiyetin devrine yanaşmaması; genellikle, aslında bağımsız bölümün satış bedeli satım tarihi itibariyle uygun bulunduğu ve satıcı satış bedelinden inşaat sırasında yararlandığı halde, bu arada alıcının ödemiş olduğu para değerinin enflasyon nedeniyle oldukça düşmesinden, buna mukabil satılan bağımsız bölümlerin değerlerinin tapuda devir edileceği zaman da fahiş oranda artmış bulunmasından ileri gelmektedir. Başka bir anlatımla, bunları düşünen satıcı (müteahhit) sözleşmeden sıyrılmanın yollarını aramakta ve yasanın öngördüğü resmi şekil şartına sığınarak mülkiyeti devir borcundan kacınmaktadır. Satıcının bu tutumu ise; açıkça, şekil mecburiyeti koyan yasa hükmünden bu hususta korunmaya layık bir yararı olmaksızın yararlanmaya çalışma teşkil eder ve onun hakkın kötüye kullanılması yasağı kuralını duraksamaya yer vermeyecek şekilde ihlal ettiğini gösterir. Oysa MK.nun 2 nci maddesinin ikinci fıkrasıyla, suistimal karakteri doğrudan doğruya aşikar olan hallerde hakların istimali kanuni himayeden mahrum bırakılmıştır. Böyle uyuşmazlıklarda, hakkın kötüye kullanılması yasağı kuralı değil, şekil şartı kuralı ihmal edilebilir. Zira İsviçreli Prof. MERZ`in de dediği gibi (Medeni Kanun Şerhi art. 2, Nr. 21), şekli hukuktaki hakkı maddi adalet düşüncesi ve gerekleri sınırlar onu gerçek ölçülerine götürebilir; gerçek hak korunur, şekli veya görünen hak korunmaz. Gerçekten şekle ilişkin hükmün gayesi dışında menfaat temini yoluna gidilmek istenildiği durumlarda yargı hassas olmaya mecburdur. Zira hukuk ancak, meşru menfaatlerin tatminine yarar; başka bir şeye yaradığı takdirde ise mevcudiyet sebebini kaybeder. Öte yandan Medeni Kanunun 4. maddesi hükmüyle de hakim, adalete uygun karar vermeye çağırılmaktadır. O, menfaatların doğru ve adil bir muvazenesini yapmak ve gerçekleri gözetmek zorundadır. Açıklanan nedenlerle, içtihadı birleştirmenin konusu uyuşmazlıklarda ve onunla sınırlı olmak üzere, olayın özelliğine göre hakimin Meeni Kanunun 2 nci maddesini gözeterek açılan tescil davasını kabul edebileceği sonucuna varılmıştır.

Kötü niyetli vekilin bu kötü niyeti bilen 3. Kişi ile müvekkil adına yaptığı sözleşmeler dürüstlük kuralları gereği müvekkili bağlamaz.

Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 2003/12952 E. 2004/1156 K. ve 17.2.2004 Tarihli kararına göre; “Bilindiği üzere; Borçlar Kanunu’nun temsil ve vekalet bağıtını düzenleyen hükümlerine göre, vekalet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar. Borçlar Kanunu’nda sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 390/2 maddesinde” vekil, müvekkiline karşı vekaleti hüsnüniyetle ifa ile mükelleftir.” hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi, ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu göz ardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını verilmez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin birinci fıkrası uyarınca sorumlu olur. Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi Medeni Kanun’un 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz. Ne var ki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, Medeni Kanun’un 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (re’ sen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır. Somut olaya gelince; davacılar davaya konu ettikleri 4, 5, 29, 75 ve 430 parsellerdeki paylarının miras bırakanlarından geldiğini, davalılardan kardeşleri Ahmet ve Mehmet’ e verdikleri vekaletlerin intikal işlevinin sağlanması için düzenlendiğini, ne var ki vekillerin temsil yetkileri dışına çıktıklarını ileri sürmüşlerdir. Böyle bir iddianın yukarıda açıklandığı biçimde açıklığa kavuşturulabilmesi için satışa esas teşkil eden vekaletlerin dava konusu taşınmazların intikal öncesi tapu kayıtlarının getirtilip incelenmesi ve ayrıca taşınmazlarda anılan ilkeler gözetilerek keşfen inceleme yapılmasına bağlıdır. Oysa, mahkemece değinilen kayıtlar getirtilmediği gibi yetersiz bilirkişi raporuna göre karar verildiği anlaşılmaktadır. Eksik soruşturmaya dayanılarak hüküm kurulamaz.

3. kişi, vekilin kötü niyetinden haberdar ise, vekil eden adına kötü niyetli vekil ile yapmış olduğu sözleşmeler vekil edeni bağlamaz.

Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 2022/4328 E. 2022/4997 K. ve 20.06.2022 Tarihli kararına göre; “Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz. Ne var ki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, TMK’nın 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu Yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır.

Önalım bedelinin zamanında depo ettirilmeyerek 6-7 yıl beklenmesi ve bu minvalde bedelin nemalandırılamaması dürüstlük kurallarına aykırıdır.

Yargıtay 7. Hukuk Dairesinin 2022/2472 E. 2022/5665 K. ve 29.9.2022 Tarihli kararına göre; “Somut olayda, önalım bedeli tensip tarihi itibariyle depo ettirilmemiş, satış tarihinden yaklaşık 6-7 yıl sonra mahkeme veznesine yatırılmasına ilişkin depo kararı verilerek satış bedelinin değerinde meydana gelen azalmanın önüne geçilmemiştir. Resmi satış sözleşmesindeki önalım bedelinin makul süre içerisinde depo edilmemesi ve vadeli bir mevduat hesabında değerlendirilmemesi nedeniyle pay satın alan davalıyı fakirleştirecek, önalım hakkını kullanan davacıyı amaç dışında zenginleştirecek yorum ve sonuçlardan kaçınılmalıdır. Hakkın kullanılması hiçbir zaman davalının zararına olmamalıdır. Dava konusu paya yönelik önalım davasının açıldığı tarih ile önalım bedelinin depo edilmesine yönelik ara karar tarihi arasında uzunca bir zamanın geçtiği;  bu süre gözönüne alındığında, önalım bedelini zamanında depo etmeyerek kullanması nedeniyle davacının amacı dışında zenginleştirildiği, nemalandırılmayan satış tarihindeki miktarın depo edilmesi nedeniyle faiz getirisinden mahrum kalınması oranında davalının da fakirleştiği, bir tarafın diğer taraf zararına azımsanamayacak derecede oransız bir çıkar sağladığı, bu durumun 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 2. maddesinde düzenlenen dürüstlük kuralına aykırı olacağı açıktır. Mahkemelerce, ön inceleme tarihi itibariyle resmi senetteki bedelin, satış masraflarıyla birlikte, vadeli bir mevduat hesabında depo edilmesine karar verilerek yargılama sürecinin uzaması nedeniyle önalım bedelinde meydana gelecek değer kaybının önüne geçilmesi sağlanmış olacaktır. Mahkemece yapılması gereken, konusunda uzman bilirkişiden denetime elverişli şekilde rapor alınarak; resmi senette yazılı satış bedeli ile tapu masrafı toplamı olan 324.785,00 TL’nin öninceleme tarihi olan 10.07.2014 tarihinden bilirkişi incelemesi yapılan tarihe kadar nemalandırılması halinde ulaşacağı değer belirlenerek depo edilmesi için ara karar vermek ve sonucuna göre esas hakkında hüküm kurmak olmalıdır.

Dürüstlük kuralına uygun olarak tarafta hataya düşülerek ikame edilmiş davada, salt bu sebeple aleyhe vekalet ücretine hükmedilmesi gerekmez.

Yargıtay 7. Hukuk Dairesinin 2022/1665 E. 2022/5125 K. ve 14.09.2022 Tarihli kararına göre; “6100 sayılı HMK’nın 124. maddesiyle “Tarafta iradi değişilik” konusunu düzenlemiştir. Anılan düzenlemeye göre; bir davada taraf değişikliği ancak karşı tarafın açık rızası ile mümkündür (HMK, m. 124/1). Ancak kanun koyucu bu konuda yasalarda yer alan özel hükümleri saklı tutarak (HMK, m. 124/2) hâkimin izni ile taraf değişikliği yapılabilecek hâllere de yer vermiştir. Maddi bir hatadan kaynaklanan veya dürüstlük kuralına aykırı olmayan taraf değişikliği talebi, karşı tarafın rızası aranmaksızın hâkim tarafından kabul edileceği gibi, tarafın yanlış veya eksik gösterilmesinin kabul edilebilir bir yanılgıya dayanması durumunda da hâkimin izniyle taraf değişikliği yapılabilecektir (HMK, m. 124/3,4). Kabul edilebilir bir yanılgı olarak değerlendirilen hâller, temelinde, dürüstlük kuralına uygun bir iradeyle yanlıştan, hatadan dönme mahiyeti taşıdığından bu gibi durumlarda HMK’nın 124. maddesinin 3 ve 4. fıkralarında aranan şartlar aslında aynı anda gerçekleşmiş olur. Yukarıdaki açıklamalar ışığında somut olaya gelince; davacılar vekili 06.07.2015 tarihli dava dilekçesinde, murisin Şekerbank … Şubesinde borcu olduğunun haricen öğrenildiğini ancak borç miktarı konusunda yahut borcun herhangi bir Varlık Yönetim A.Ş’ye devir edilip edilmediği konusunda bilgi sahibi olmadıklarını belirtmiştir. Her ne kadar davalı … A.Ş. cevap dilekçesinde murisin kendilerine herhangi bir borcu bulunmadığını ileri sürmüş ise de dahili davalı olarak davaya dahil edilen … Varlık Yönetim A.Ş. vekili, Şekerbank A.Ş.’ye halef sıfatıyla vermiş olduğu cevap dilekçesinde, Şekerbank A.Ş’nin muristen olan kredi alacaklarının kendilerine devir ve temlik edildiğini kabul etmiştir. Bu durumda, davacılar vekilinin dava dilekçesi içeriğinden, davacıların iradelerinin bizatihi murisin borçlu olduğu tarafa karşı dava açmak yönünde olduğu, yargılama sırasında verilen dilekçelerden de tarafın yanlış gösterilmesinin kabul edilebilir bir yanılgıya dayandığı anlaşılmaktadır. O halde mahkemece, davacıların dürüstlük kuralına uygun bir irade ile hasımda hataya düşürek Şekerbank A.Ş.’yi davalı olarak gösterdikleri göz önüne alınarak aleyhlerine vekalet ücretine hükmedilmemesi gerekirken yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiş ve bu husus kararın bozulmasını gerektirmiş ise de yeniden yargılama yapılmasını gerektirmediğinden HUMK’nın 438/7. maddesi gereğince hüküm sonucunun aşağıdaki şekilde düzeltilerek onanmasına karar vermek gerekmiştir.

Objektif şartlar bulunmadığı halde belirli süreli olarak yapılmış iş sözleşmesinin belirsiz süreli olduğunu ileri sürme hakkı sadece işçiye aittir.

Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 2022/1072 E. 2022/3909 K. ve 22.03.2022 Tarihli kararına göre; “Somut olayda, Bölge Adliye Mahkemesi tarafından Dairemizin emsal içtihatlarına atıfta bulunarak iş sözleşmesinin belirli süreli olduğu yönünde işveren savunmasının dürüstlük kuralına aykırı olduğu,iş sözleşmesinin belirli süreli olduğu gerekçesi ile bakiye süre ücreti tutarı tazminat talebinin kabulüne karar verilmiştir. Dairemizin içtihatlarında İş Kanunun 11. maddesinde öngörülen hükmün işçiyi koruma amacıyla düzenlendiği dikkate alınarak, objektif şartlar bulunmadığı halde belirli süreli olarak yapılmış olan iş sözleşmesinin, belirsiz süreli olduğunun işveren tarafından ileri sürülmesinin Türk Medeni Kanunu’nun 2. maddesi uyarınca hakkın kötüye kullanımını teşkil ettiği, İş Kanunu’nun 11. maddesine dayanarak sözleşmenin belirsiz süreli olduğunu ileri sürme hakkının sadece işçiye ait olması gerektiği kabul edilmiştir.Davacı taraf iş bu davadan önce 11.10.2017 tarihinde davalı işverene karşı işe iade davası açtığı,işe iade davası açılması ile davacı tarafça iş sözleşmesinin belirsiz süreli olduğunun ileri sürüldüğü anlaşılmıştır.Hal böyle olunca davacı tarafça iş sözleşmesinin belirsiz süreli olduğunun ileri sürülmesine göre iş sözleşmesinin belirli süreli iş sözleşmesi olarak kabul edilemiyeceği,bu nedenle bakiye süre ücreti tutarı tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekli iken Bölge Adliye Mahkemesince yazılı gerekçe ile kabulüne karar verilmesi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.

Üyeliğe kabul edilen ve yükümlülüklerini yerine getiren kooperatif üyesi hakkında üyelikten ihraç kararı verilmesi hakkın kötüye kullanılması niteliğinde olduğundan üyelikten çıkarma kararının iptali gerekir.

Yargıtay 23. Hukuk Dairesinin 2011/4166 E. 2011/2053 K. ve 24.11.2011 Tarihli kararına göre; “Davacı vekili, müvekkilinin kooperatif genel kurulu tarafından üyelikten çıkarıldığını, çıkarma kararının hakkın kötüye kullanılması niteliğinde olduğunu ileri sürerek, ihraç kararının iptalini talep ve dava etmiştir. Davalı temsilcileri, ihraç kararının doğru olduğunu savunarak, davanın reddini istemişlerdir. Mahkemece, kooperatifin bulunduğu köyün yüz hanelik küçük bir köy olması, davacının çalışma alanı dışında oturduğunun bilinebilecek olması, üyeliğe kabul edildikten ve yükümlülüklerin yerine getirilmesinden sonra, üyelikten ihraç kararı verilmesinin hakkın kötüye kullanılması olduğu gerekçesiyle, davanın kabulüne karar verilmiştir. Kararı, davalı temsilcileri temyiz etmiştir. Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle gerektirici sebeplere, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, davalı temsilcilerinin temyiz itirazları yerinde görülmemiştir.”

TMK 2. Madde Gerekçesi

Yürürlükteki kanunun 2 nci maddesini karşılamaktadır.

Maddenin konu başlığı “Medenî hakların şümulü” yerine “Hukukî ilişkilerin kapsamı” şeklinde değiştirilmiştir. Gerçekten de yürürlükteki Kanunun 2 ve 3 üncü maddelerinde kişilerin medenî haklarının kapsamı değil, kişilerin hukuk ilişkilerinde hakları kazanmaları ile borçlarını ifa etmelerinin kapsamı düzenlenmiştir. Bu sebeple 2, 3 ve 4 üncü maddelerin konu başlığı olarak “Hukukî ilişkilerin kapsamı” deyimi kullanılmıştır.

Yürürlükteki Kanunun 2 nci maddesinde, kişilerin haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymakla yükümlü oldukları düzenlenmektedir. Gerek öğretide, gerek yargı kararlarında bu maddenin “doğruluk ve dürüstlük kurallarına” ilişkin genel ilkeyi ortaya koyduğu kabul edilmektedir. Maddenin içerik ve amacına uygun olarak kenar başlığı bu sebeple, “Dürüst davranma” olarak değiştirilmiştir. Bu deyim, bir sonraki maddede yer alan sübjektif iyiniyet ile bu maddede düzenlenen iyiniyeti birbirinden ayırt etmeye hizmet etmesi bakımından da daha isabetli görülmüştür.

Madde içerisinde de iyiniyet sözcüğü yerine “dürüstlük kurallarına uymak” ifadesi kullanılmıştır. Maddenin ifadesi arılaştırılmak suretiyle daha anlaşılır bir şekle sokulmuştur. Maddede, ayrıca ödevi de ifade edecek şekilde geniş anlamda “borç” ibaresine yer verilmiştir.

Mülga 743 sayılı Türk Kanunu Medenisi 2. Maddesi

Herkes haklarını kullanmakta ve borçlarını ifada hüsnüniyet kaidelerine riayetle mükelleftir. Bir hakkın sırf gayri izrar eden suiistimalini kanun himaye etmez.

TMK 2. Maddeye Karşılık Mehaz İsviçre ZGB Hükmü

Handeln nach Treu und Glauben Art. Jedermann hat in der Ausübung seiner Rechte und in der Erfüllung seiner Pflichten nach Treu und Glauben zu handeln. Der offenbare Missbrauch eines Rechtes findet keinen Rechtsschutz.

Av. Efehan Mihai Erginer

www.adagiohukuk.com adresinde ve sosyal medya hesaplarımızda yer alan bütün makale, yazı, içerik ve görsellerin telif hakkı Adagio Hukuk Bürosuna aittir. İşbu içeriklerin, mahkeme ve diğer kurumlara ibraz edilecek dilekçelerde kullanılması dışında yazılı izin olmaksızın kopyalanarak, özetlenerek veya sair şekillerde paylaşılması gibi her çeşit intihal durumunda gerekli hukuki ve cezai yollara başvurulacaktır.

KVKK Aydınlatma ve Açık Rıza Metni